Âlemlerin Rabbi olan ve Hadî sıfatıyla kullarına dosdoğru yolu gösteren Yüce Allah’a hamd, Onun emirlerini kendi hayatında dosdoğru yaşayan ve bizlere en güzel örneklikle ileten Rasulüne salât ve selam olsun.
Yüce Rabbimizin selamı Kur’an-ı Kerimi Hayat Düsturu bilen tüm kardeşlerimizin üzerine olsun.
“Elif, Lam, Mim. İşte O kitap; kendisinde hiç şüphe yoktur, muttakiler için yol göstericidir.”1
Bu kitap; Kur’an-ı Kerim; peygamberimiz döneminde tek kişi ile başlayan bir hareket, tek noktadan başlayan bir dalgalanmayla halka halka büyüyen ve kısa zamanda önce Medine’ye sonra Mekke’ye sonra da sırasıyla birçok beldeye hâkim olan bir medeniyet ortaya çıkardı. Nefesinin değdiği her mekâna adalet, emniyet ve huzur getirdi. Efendimizden sonraki çağlarda da aynı şekilde kendisine yönelen her nesle; esaretten kurtulmamanın, sağlam bir düzen kurmanın, adaleti tesis etmenin ve yükselişe geçmenin yollarını açmaya devam etti. Bu kitaba; Kur’an-ı Kerime tabi olanlar onunla; toplumlarını arındırdılar, yükselttiler, maddi-manevi refaha ulaştırdılar ve yine onunla düşmanlarına galip geldiler. 14 asırlık İslam Tarihi bunun şahididir.
Bütün âlimlerimiz Efendimize verilen en büyük mucizenin Kur’an-ı Kerim olduğunu kabul etmiştir. O’nun indirilişi bir mucizedir, okunuşu bir mucizedir, geçmişten haber vermesi, gelecekten haber vermesi, bilimsel veriler ile dünyamızı aydınlatması, dertlere derman olması ve asırlardır korunuyor olması birer mucizedir. Kur’an’ın sayamayacağımız kadar mucizevî yönleri vardır ama Kur’an-ı Kerim’in en büyük mucizesi acaba zayıfları kuvvetli, mazlumları hâkim, acizleri galip kılması değil midir? Onunla nice az topluluklar çok topluluklara galip gelmemiş midir? Bedir bunun delili değil mi? Çanakkale bu kitaba imanın zaferi değil mi? Onu eline alanlar mahkûm değil hâkim oldular, zayıfken kuvvet buldular, azken çoğaldılar ve daha nice nimetlere gark oldular.
Biz de millet olarak onu elimizden almak isteyenlerle mücadele etmedik mi? Kur’an öğretimini yasakladılar, camilere girip postallarıyla Kitabımızı ayaklar altına aldılar, hocaları, âlimleri idam ettiler ama bu millet; Kur’anları toprağa gömdü, dehlizlerde okudu, vagonlarda öğretti ve kitabına sahip çıkıp bugünlere gelmesine vesile oldu. Evet, bunu başardık; O’nu korumak için hayatını ortaya koydu ecdadımız! Ama O’nun en büyük mucizesini kaybettik; KUVVETİNİ… Peki bu nasıl oldu? Nasıl oldu da bu Kitap elimizde olduğu ve O’nu okuduğumuz halde bu haldeyiz; çok olduğumuz halde güçlü değil zayıfız, hâkim değil mahkûmuz, cesur değil korkağız! Bu Kitap mucizesini neden bize göstermiyor!
BİZ NEREDE HATA YAPTIK!
Öncelikle Kur’an’ı Kerim’e hayat düsturu olarak bakmayı terk ettik. O’nu sadece kendisiyle ibadet edilen fakat manası anlaşılamayan bir takım kutsal kelimeler olarak görmeye başladık. Ona saygısızlık yapılmaz, yere konulmaz, en güzel kılıflara asılır hatta tamamı ezberlenir ama asla anlaşılamaz bir kitap olarak bakmaya başladık. Kur’an-ı Kerim’i yasaklayanlar sonra serbest bıraktılar ama bu ruhu çaldılar. Her bir ayeti hayatımızın bir hakikati olmaktan çıkarılarak manasızlaştırıldı. Okuma yarışmaları yapıldı ama yaşama geçmesi gerektiği gerçeği unutturuldu. Hâlbuki Allah Rasulü’nün ashabına baktığımızda her bir ayeti yaşama niyetiyle öğrendikleri için birini hayata geçiriyor sonra diğerini öğreniyorlardı. Biz O’nu yaşamak için okuma maksadından çıkardık.
Yaşamamız gerektiğini anlayabilenler, bazı hükümlerinin bugüne hitap etmediğini düşünmeye başladı. Namaz kılan, oruç tutan, Hacca giden Müslümanlar Kur’an’ın öğrettiği dini bunlardan ibaret gördüler. O’nun ahkâmının olduğunu ve yaşanması gerekliliğini kabul edenler ise bugün ona ulaşmanın yollarını kendi yöntemlerinde aradılar. ‘Kur’an’ın metodu bugüne uymaz başka yollarla O’nun maksatlarına hizmet etmeliyiz’ dediler. Derece derece hata yaptık. O’nu her yönüyle kabul edebilmeyi bir türlü başaramadık. Kendi kitabımıza tam güvenemedik, bizi selamete çıkaracağına inanamadık. Dertlerimizin dermanını, problemlerimizin çaresini O’nda aramadık. Dertlerimize kendimiz çareler bulmaya çalıştık. Hâlbuki Allah Rasulü bile o zaman ki sorunlara kendi başına çare bulamamıştı, Hira mağarasına çekiliyor, düşünüyor ama çare bulamıyor, çaresizlik içinde geri dönüyordu. Ta ki vahiy gelene kadar! Vahiy ile Yüce Allah O’na yollarını gösterdi. Peygamberimizin kendisiyle fetihlere ulaştığı, O’ndan sonrasında da ümmetine büyük zaferlerin yolunu gösteren, toplumlara adaletle hükmeden o Kitap bugün bizim de elimizde ama maalesef sadece elimizde kalbimizde ve hayatımızda değil!
Dosdoğru Yol
Gerçek şu ki; bizden evvelkileri zaferlere erdiren bu kitap değişmedi ama bizim O’na bakışımız değişti.
Bugün önce Kitabımıza karşı o hatalı bakışımızı değiştirmeliyiz. O bizim hayat düsturumuz, her manada hidayet rehberimiz! Onunla dünya ve ahiret kurtuluşuna ereriz. Hükmünün kıyamete kadar geçerli olması onun mucizesinin kıyamete kadar bu ümmeti ihya etmeye yeteceğinin de delilidir. Kur’an, Mü’minlerin ihtiyacı olan doğru yolun kendisinde olduğunu defalarca bildirir; “İşte Rabbinin dosdoğru yolu budur. Biz öğüt alan bir topluluk için ayetleri detaylı bir şekilde açıkladık.”2 Rabbimiz birçok ayetinde bizleri emrine uymaya, onunla kurtulmaya ve muzaffer olmaya davet eder, izzet ve şerefin kendisinde ve gösterdiği yolda oluğunu vurgular.
Hatta Kur’an kendisini bu şekilde vasıflandırır: “Muhakkak ki o aziz bir kitaptır.”3 O Kur’an Azizdir, kendine uyanları da zilletten kurtarır ve aziz kılar. Bunun gibi birçok ayeti kerime bizim bu hakikati görmemiz için tekrarlanmaktadır. Ama ne yazık ki Müslümanlar, kurtuluşu, izzet ve şerefi, güç ve kudreti Allah’tan başkasında hatta düşmanlarının yanında aramaktadırlar. Yıllardır şu ümmetin içinde bulunduğu durum, yaşanılan zillet bu hakikatleri hatırlamaya ne kadar da ihtiyacımız olduğunu gösteriyor. Evet, biz Kur’an’ı kaybetmedik O’nu düşmanlardan koruduk ama O’nunla başaracağımıza olan inancımızı kaybettik. Ne zaman ki bu inancımızı kaybettik; birliğimizi, gücümüzü, izzetimizi, asaletimizi, yiğitliğimizi, azmimizi, ümidimizi de kaybettik. Hatta hayatlarımızı, canlarımızı, bebelerimizi, evlerimizi kaybetmeye devam ediyoruz. Her geçen gün kaybediyoruz. Rabbim ise ayetleri ile bizi kurtuluşa davet etmeye devam ediyor; “Sana bu kitabı her şeyi açıklayan ve Müslümanlara yol gösterici, rahmet ve müjde olarak indirdik.”4
Artık çareyi Yüce Rabbimizin kapısında, O’nun Kitabında aramanın vakti gelmedi mi?