Aslan parçası oğlum ve dünya güzeli çiçeklerim! Kalpleriniz nasıl? Sağlığınız nasıl? Dersleriniz nasıl? Moraliniz nasıl? “Hepsi de iyi, çok şükür” dediğinizi duyar gibiyim. Elhamdülillah. Hayatınız boyunca en çok önem vereceğiniz şey kalbiniz ve imanınız olsun. Çünkü Peygamberimiz (SAV) buyuruyor ki: “Vücutta bir et parçası vardır, o düzeldiğinde tüm vücut düzelir, o bozulduğunda tüm vücut bozulur. Dikkat edin, o kalptir.” Kalbin iyi olması ve düzelmesi ise farzları ve sünnetleri yaparak, haram ve mekruhlardan ise kaçınarak mümkün olabilir. Her günah kalpte bir siyah nokta meydana getirir, kişi günahlarından tevbe eder ve günahtan sonra güzel ameller işlerse o siyah noktalar silinir, kalp temizlenir. Tevbe etmez ve güzel işler yapmazsa o siyah noktalar birikir birikir ve tüm kalbi kaplar. İşte o zaman o insan laf anlamayan, doğruyu görmeyen bir insana dönüşür ve Allah onun kalbini mühürler. Böylece kişi cehennemlik olur.

Unutmayın ki kalp vücudun padişahıdır. Nasıl ki bir ülkenin padişahı iyi ve adil bir insan olursa o ülkede her şey güzel olur; adaletsiz, zalim ve kötü bir insan olursa ülkede her şey kötü olur. Aynen onun gibi kalbiniz temiz, imanla dolu ve İslam ahlakıyla süslü ise tüm hareketleriniz ve konuşmalarınız güzel olur. Aksi olursa hareketleriniz, amellerini ve sözlerinizin güzel ve iyi olması mümkün değildir. O halde en çok önem vereceğiniz şey kalbinizin sağlığı yani kalbinizin ıslah edilmiş ve temizlenmiş olmasıdır.

Henüz küçüksünüz, nefsi arzularınız az, şeytan sizinle fazla uğraşmıyor ve kötü bir çevrenin içinde değilsiniz. Ama büyüdükçe nefsi arzularınız artacak, şeytan sizinle daha fazla uğraşacak ve çevrenizde birçok kötü ya da İslam’dan uzak insanlar olacak. İşte asıl o zaman nefsinizle, şeytanınızla ve kötü çevre ile mücadeleniz başlayacak. Kalbinize önem verirseniz Rabbim bu mücadeleyi kazanmanıza yardım eder ve sonunda inşallah cennetlik olursunuz. Kalbine önem vermeyip dünya malına-mülküne ve dünyevi mevki ve makamlara önem verenlere Allah bu mücadelede yardım etmez ya da az eder ve sonunda imtihanı kaybedip cehennemlik olurlar. En çok korktuğunuz Allah’ın razı olmadığı bir insan olmak ve cehenneme girmek olmalıdır.

Oğlum ve kızlarım! Bir atasözü vardır; “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” diye. İşte benim başıma gelen de o. Ama merak etmeyin her zaman onuncu köy vardır. Bilin ki biz yeni bir yol veya fikir uydurmadık. Yolumuz peygamberlerin yoludur. Onların başına daha beterleri geldi. Onlara da iftiralar atıldı, birçoğu vatanını bırakıp hicret etmek zorunda kaldı, bir kısmı da şehit edildi. Hayatları mücadele ile geçti ama haklı davalarından hiç geri adım atmadılar, sonuna kadar hakkı ve doğruları söylemeye devam ettiler.

Peygamberlerin davası “Tevhid Davası” idi. Bizimki de öyle. Zaten insanların yeni bir yol veya ideoloji uydurmaya hakları yoktur. Allah insanlara neye inanıp nasıl yaşayacaklarını öğretmedi mi ki insanların yeni fikirler ve hayat tarzları uydurmaya hakları olsun? Tevhid, Allah’ın sadece var ve tek oluşu manasına gelmez. Tevhid, Allah’tan başka hiçbir ilahın, Allah’ın kanunlarına aykırı kanun koyma yetkisine sahip olmadığı ve Allah’tan başka itaat edilecek makamın olmadığı manasına gelir. Yani Tevhid inancına göre sadece Allah’a itaat ve ibadet edilmelidir.

Tarih boyunca, kâinatı ve insanları yaratmadığı, tüm varlıkları idare etmediği ve rızıklarını vermediği halde Allah’ın yol gösterme hakkını ve yetkisini ele geçirmek isteyen krallar ve idareciler hep var olmuştur. Yani “Allah’ın dünyasında Allah’ın dediği olmalı!” diyenlerle “Hayır, bizim dediğimiz olur!” diyenlerin mücadelesi hiç bitmemiştir ve kıyamete kadar da devam edecektir. Hâlbuki her şeyin sahibi ve idarecisi, yaratıcımız ve rızkımızı veren Allah (cc) olduğuna göre onun dediğinin olması gerekmez mi? Ayrıca her şeyi en iyi bilen, ilmi sonsuz olan ve insanları en iyi tanıyan Allah olduğuna göre O’nun dediğinin olması gerekmez mi?

İnsanlar; acizliklerini, insanı tanımadıklarını, çamurdan yaratıldıklarını unuttular ve yeni yeni hayat tarzları meydana getirdiler ve böylece dünyada huzuru bozdular, suçları çoğalttılar, bunalımlı bir dünya meydana getirdiler. Hırsızlığın, haksızlığın, namussuzluğun, uyuşturucunun, intiharların, cinayetlerin ve terörün çok arttığı bir dünya! İşte böyle olmasın diye Allah (cc) kitaplar ve peygamberler göndermişti. Ama insanlar Allah’ın kitabını ve hükümlerini beğenmediler ya da işlerine gelmediği için terk ettiler ve çok sorunlu bir dünya meydana getirdiler. İşte bizim mücadelemiz bununla. Allah’a itaat edilen, huzurlu, ahlaklı bir toplum ile dünya saadetini elde ettiği gibi Allah’ı razı ettikleri için ahiret saadetini de elde eden bir toplum meydana getirmek. Bundan başka bir hedefimiz olmadı ve inşallah olmayacak.

Evlatlarım! Davamız budur, doğrudur ve haktır. Bu davayı ve tevhid inancını akıl da kabul eder, vicdan da. Akıl kabul eder çünkü akıl insanı en iyi tanıyanın Allah olduğunu, her şeyi en iyi bilenin Allah olduğunu, insanların Allah (cc) gibi bilmelerinin mümkün olmadığını anlar. O halde O’nun dediği olmalı der ve Allah’a teslim olur. Vicdan da kabul eder çünkü vicdan, bir şeyin sahibi kimse onun dediğinin olması gerektiğini, başkasının o şey üzerinde yetkisinin olamayacağını kabul eder. O halde insanlar Allah’ın kulları olduğuna göre başkalarının dediği gibi ya da kendi kafalarına göre değil, Allah’ın dediği şekilde yaşamalıdırlar. Bu inançta yanlış görebilen varsa çıksın söylesin!

Evlatlarım! Bilin ki alnımız aktır. Çok şükür utanacağımız bir şey yapmadık. Ömrüm boyunca Kur’an’ın mesajını anlatmaktan başka bir şey yapmadım. İnsanları terörden, haramlardan ve her türü kötülükten uzak tutmaya çalıştım. Hayırlı bir nesil meydana gelsin diye gece-gündüz gayret ettim. Siz de buna şahitsiniz. Ama kaderin cilvesine bakın ki “terör propagandası” yapmaktan tutuklandım. Yıllardır terörü lanetleyen, terör haramdır diyen, terör yoluyla hak aranmaz, suçsuz günahsız asker-polis-sivil öldürülmez, böyle dava olmaz diyen beni bu iftira ile tutukladılar ve hayatımı zehir ettiler. Bazı yanlışları ve haksızlıkları tenkit ettiğim için bana bunu yaptılar, susturmak istediler. Görüşlerini açıklamak suç olmayınca “terör propagandası” diyerek tutukladılar. Hâlbuki ben bütün terör örgütlerini yıllarca lanetlemiş, İslam’a ve milletimize zarar verdiklerini açıklamış birisiydim. Yaptığım tenkitler ise Allah rızası için yapılmış ve iyi niyetli tenkitlerdi.

Bana bunu yapanlar bilsinler ki ben burada her ne kadar acı çekiyorsam da diğer taraftan inşallah her saniye sevap kazanıyorum ve inşallah günahlarım bağışlanıyor. Ama iftiralarla beni buraya gönderenler ben acı çektikçe ve burada bulunduğum müddetçe günah kazanıyorlar. Bu dünyanın mahkemeleri ve kararlarından daha önemli olan “mahkeme-i kübra” yani “büyük mahkeme” yani “kıyamet gününde Allah’ın mahkemesi”. Zalimlerle ve iftiracılarla orada görüşeceğiz. Biz ahirete ve Allah’ın adaletine iman eden Müslümanlarız. Biz hapiste hak davayı savunmanın onurunu yaşarken iftiracılar iç âlemlerinde utancı yaşayacaklar ve belki bugün belki yarın bizim zindanda çektiğimiz acıdan daha çoğunu çekecekler. Biz inşallah mahkeme-i kübrada kazanırken onlar kaybedecekler. Bizi “F” tipine koyanlar orada “C” tipine yani cehenneme girecekler. F tipinin verdiği acı ile cehennemin verdiği acı kıyaslanabilir mi? Bana yaptıklarına rağmen yine de tevbe edip cehennemden kurtulmalarını temenni ederim. Çünkü acı çok zor.

Evlatlarım! Bana düşen iftira ile zindana atılan Hz. Yusuf (AS) gibi sabretmek ve size düşen de evlat acısıyla yanıp tutuşan Hz. Yakup (AS) gibi sabretmektir. Kaderimiz böyle yazılmış. Allah’ın lütfu da hoştur, kahrı da hoştur. Bunun sonunda ve inşallah kısa sürede güzel günler gelecek ve güneş doğacaktır. Sizleri küçük yaşta böyle bir acı ile başbaşa bırakmak istemezdim ama Allah’ın takdiri buymuş.

Son olarak sizlere söylemek istediğim; namazınıza, Kur’an okumaya ve ahlakınıza dikkat edin. Anneniz de benimle birlikte zor günler geçiriyor, onu üzmeyin. Annenizin değerinin bilin. Zindanın acılarına önce Rabbimin sonra annenizin desteğiyle dayanabiliyorum, bunu unutmayın. Babaannenize abdest aldırın, namazı hatırlatın, Kur’anı’nı verin okusun. İsteklerini yerine getirin. Beni seviyorsanız beni doğuran, büyüten ve üzerimde çok hakkı olan annemi de sevin. Ben nasıl sizlere 7 yaşına geldiğinizde namazı ve sonra yavaş yavaş Kur’an’ı öğrettiysem siz de şimdi 7 yaşındaki kardeşiniz Besra’ya öğreteceksiniz, okul derslerine yardım edeceksiniz. Birbirinize destek olun, yardımlaşın ve herkese örnek olun. Dualarınızda beni, diğer abilerinizi ve tüm mazlum Müslümanları unutmayın.

Ben sadece sizin babanızım. Sizi yaratan, rızkınızı veren, büyüten ve sizi koruyan Allah’tır. Allah sizi benden daha iyi koruyacaktır. Sizi Allah’a emanet ediyorum. Es-Selamu aleykum ve rahmetullahi ve berekâtuhu
Babanız
Alparslan Kuytul
Bolu F Tipi Cezaevi

Çok Kıymetli Eşim Alparslan Hocam’dan Gelen İlk Mektuptan Bir Kaç Kesit:
Elhamdülillahi Rabbil alemin. vessaletu vesselemu ale rasuline muhammedin ve ale elihi ve sahbihi ecmain..
…..
Allah (c.c.) beni burada mecburi halvete girdirdi, yalnız kendisiyle başbaşa kalayım diye. Biliyorsun halvet 40 gündür. Gözaltına alındığımdan itibaren 40 gün dolana kadar sadece okumak, zikretmek, namaz kılmak, Kur’an okumak, tefekkür etmek istiyordum. Bir şeyler yazmak hatta yazmayı düşünmek bile bana sıkıntı veriyordu. 40 gün dolduktan sonra bir şeyler düşünme ve yazma isteği canlandı. Şu anda da yazmaktansa okumayı, zikri ve tefekkürü tercih ederim ama en azından yazmak artık işkence olmaktan çıktı. Ayrıca gerektiğinde yazmak da konuşmak gibi bir vazife.

Ama itiraf etmeliyim ki günüm günümü, saatim saatimi tutmuyor. Bazen kısmen rahatlıyorum, okuyabiliyor ve yazabiliyorum ama bazen de ruhumda şiddetli daralma hissediyor ve hiç bir şey yapamaz hale geliyorum. Tek olmak Allah’a yakışır ve ben bugün 86 gündür bir odada tek başımayım. Hakkımda daha iddianame bile hazırlanmamış ve bir kez bile mahkemeye çıkmamışken ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almış gibi muamele görüyorum. Hatta onlardan da ağırını. Çünkü ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almış olanların birçoğu oda eksikliği bahane edilerek iki kişi olarak kalıyorlar. Havalandırmaya çıkarıldıklarında birkaç kişi olarak çıkıyorlar ve her gün sohbet edebiliyorlar. Ben ise hem odada tekim hem de havalandırmada.
….

Benim yan odamda PKK’cılar kalıyor ve üç kişiler. Biri müebbet almış diğeri 30 yıl. Onlar bile yalnız kalmıyorlar. 10 kişilik sohbet grubuna çıkıyorlar, 3 saat kadar sohbet ediyorlar, spora gidiyorlar. Meğer ben Kur’an’ın mesajını anlatmakla ve hükümeti sadece bazı temel konularda ve iyi niyetle tenkit etmekle ne büyük suç işlemişim! Müebbet hapis alan PKK’cılara yapılmayan bana yapıldığına göre… Neyse ki kıyamet var, neyse ki mahkeme-i kübra var!

Son 3-4 yıldır konuşmalarımın başını sonunu kırpıp manasını bozduktan sonra internete ve medyaya servis eden alçaklar herhalde şimdi mutludurlar. Çünkü maksatlarına ulaştılar ve planlarını gerçekleştirdiler. Ancak bu onların planı, bir de Allah’ın planı var. Ya bu musibeti veren Allah (c.c.) bundan sonrasında bizim için çok daha güzel gelişmelerin olması için verdiyse. Ya böyle bir olay olmadan yıllar da geçse önemli ve hayırlı gelişmeler olmayacaktıysa.

Mevlana’nın dediği gibi;

“Ayağın kırıldı diye üzülme! Allah senden aldığı ayak yerine belki sana kanat verecek!”

İnşaallah Rabbim hem ayağımızı iyileştirecek hem de kanat verecek, bast-ı zaman ve tayy-ı mekân gerçekleşecek, az zamanda çok mesafe alınacak, zaman sündürülecek ve dava tüm mekânlara hızla yayılacak, yeryüzü adeta dürülecek, küçülecek!

Namert düşmanlarımızın planlarında hiçbir zaman Allah faktörü yoktur. Hâlbuki O, tüm planlardan haberdardır. Sonsuz kudreti ve hikmeti ile her olayda vardır ve her zaman müdahildir. Ama zalimler bunu bilmezler ve olayların istedikleri şekilde gerçekleştiğini zannederler. Hâlbuki Kur’an buyurur ki; “Biz onları bilmedikleri yönlerden derece derece azaba yaklaştıracağız.”

Mektuplarında biz Emniyet nezarethanesinde iken 10 gün boyunca gece-gündüz dışarıdaki çırpınışlarınızdan ve oradan ayrılmayan yüzlerce arkadaştan bahsetmişsin. Biz içeride sıkıntı içinde iken sizin dışarıda rahat edemeyeceğinizi biliyorum. Bizim için dua eden, sıkıntı çeken, ağlayıp gözyaşı döken, uykusuz kalan ve zayıflayan başta sen olmak üzere tüm kardeşlerime teşekkür ediyorum. Rabbim inşallah çektiğiniz sıkıntıları size mükâfat olarak döndürecektir. Dostun gerçeği ve sahtesi böyle zamanlarda belli olur. Dostun gerçeğine de sahtesine de aynı değeri vermemek icab eder. Böyle bir davranışta dostluğa aykırıdır. Dostun gerçeğine de sahtesine de aynı değeri verenlerden gerçek dost olmaz. Çünkü öyleleri temyiz kudreti olmayan, gerçeği ile sahtesini ayırt edemeyen körlerdir.

Mektubunda gözaltına alınıp götürülürken sizleri “Allah’a emanet etmenin huzurunu duyup duymadığımı” sormuşsun. Kur’an-ı Kerim “Allah Mü’minlerin velisidir” buyurur da ben nasıl Allah’a emanet etmenin huzurunu duymam. Hakiki koruyucu ve gerçek fail Allah değil midir?
Mektubunda “Sizsiz olmak ağır bir yükmüş” diyorsun. Tahmin edebiliyorum. Ancak ağır yükler taşımadan insan kabiliyetleri nasıl gelişebilir ve insan nasıl dereceler kazanabilir ki. Hapishanede olmam inşallah yalnız bana değil sizlere de çok şey kazandıracaktır. Ayrıca Allah’tan taze iman istememiş miydik? Bir şey istediğimizde bedelini ödemeye de hazır olmalıyız. Taze iman çok pahalıdır, bedelini ödemeyenlere verilmez. Biz hem hakkı söylemenin hem haksızlıkları reddetmenin hem tembelliklerimizin ve günahlarımızın hem verilmesini istediğimiz taze imanın ve hem de ileride verilecek nimetlerin ve gelecek baharın bedelini ödüyoruz. Aslında bu kadar çok şey için ödediğimiz bedel küçük bile kalıyor. Bu da Rabbimizin rahmetini, şefkatini ve cömertliğini ispat ediyor.

….

Zindan bir taraftan çok sıkıntılı bir yer iken diğer taraftan da en güzel ve en onurlu yerdir. Eğer zindana girişiniz hak dava uğrunda ise, kula kulluğu reddettiğiniz ve “Allah’ın dünyasında Allah’ın dediği olmalı” dediğiniz içinse, haksızlıkları reddettiğiniz ve mazlumları savunduğunuz içinse, haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan olmamak içinse, güçlülere yalakalık yapmayıp hakkı söylediğiniz içinse bir taraftan sıkıntı çekseniz bile diğer taraftan zindan en büyük onuru ve mutluluğu duyduğunuz yer olur. Kabir, kâfir ve fasıklara azab yeri olurken iman edip salih ameller işlemiş olanlara cennet bahçesine dönüştüğü gibi. Sıkıntısı geçer gider geride lezzeti kalır.

….

Emanetleri zayi etmeyen Allah’a emanet olun. İbadetlere, zikrullaha ve okumaya ağırlık verin.Tüm akrabalara ve arkadaşlara selamımı ilet.. Esselamu Aleykum.
Alparslan Kuytul

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here