Kitabıyla bizleri şereflendiren Allah’a hamd, insanlığa rahmet olarak gönderilen Efendimiz Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e salât ve Selam olsun.

Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerîm, her konuda olduğu gibi kadınlar hakkında da rahmet içeren hükmünü bizlere bildirmiştir.

Ahzab sûresinde: “Ey Peygamber! Zevcelerine, kızlarına ve mü’min kadınlarına dış elbiselerini üstlerine giyinmelerini söyle. Bu, onların tanınıp eza edilmemeleri için daha uygundur. Allah çok bağışlayıcıdır, esirgeyicidir”1 buyrulmuştur. Bu ayet ile Rabbimiz Peygamberine, öncelikle kendi ailesinden başlayarak tüm kadınlara örtünmeyi emretmesini buyurmuştur. Mü’minlerin anneleri ve Peygamberimizin kızları, ümmetin kadınlarının örneğidir. Öncelikle onlar, yani ümmetin örneği konumunda olanlar güzel bir şekilde örtünsünler ki diğer kadınlara iffet ve örtünmede örnek olsunlar. Bu ayet gayet açık bir şekilde örtünmeyi tüm mü’min kadınlara farz kılmıştır. Ta ki tüm mü’min kadınların ahlâksız kadınlardan bir farkları olsun ve hiç kimse onlar hakkında kötülük düşünemesin.

Bütün müfessirler, bu ayette kullanılan “cilbab” kelimesinden maksadın; kadının elbisesi üzerine giyilen ve tüm vücudunu örten bir elbise olduğu görüşünde ittifak etmişlerdir.2 Yine âlimlerimiz cilbabı “Tepeden tırnağa örten giysi” diye de tarif etmişlerdir.

Cilbab ile örtünmek tabirinde iki şekil vardır. Birisi; bir kıyafetle bütün bedenini sıkıca örtmek, diğeri de bir örtünün bir tarafıyla başından yüzünü örtmek demek olur. Bu beyanda da iki suret vardır. Birisi; kaşlarına kadar başını örttükten sonra büküp yüzünü de örtmek ve yalnız tek bir gözünü açık bırakmak. İkincisi de alnının üzerinden sıkıca sardıktan sonra, burnunun üzerinden dolayıp gözlerinin ikisi de açık kalsa bile, yüzün büyük bir kısmını ve göğsü tamamen örtmüş bulunmaktır.3

Bu ayetten anlaşılan manaya göre tüm âlimlerimiz; tesettürün tüm Müslüman kadınlara ve bütün vücudun örtülmesi şeklinde farz olduğu konusunda birleşmiştir. Hatta büyük bir çoğunluğu bu farziyete yüzün de dâhil olduğunu belirterek ‘yüz ziynetin ve güzelliğin aslı ve olası bir fitnenin kaynağı olduğu için onun da yabancılara karşı örtülmesi zaruridir’ demişlerdir. Hanefî ve Malikî mezhebinde yüzün açılabileceğini bildiren bir görüş varsa da onlar bunu iki şarta bağlamışlardır. Birincisi; yüzün tabî (yani makyajsız) olması, ikincisi ise fitneden emin olunmasıdır. Asrımızda ise fitneden emin olunması mümkün değildir. O halde bugün Müslüman bir kadının yüzünü örtmesi bütün mezheplere göre farzdır.4

“Bu, tanınmaları ve eziyet görmemeleri için daha uygundur” ifadesini Ebu Hayyan Rahimehullah: “İffet ve namusları ile tanınsınlar ki fasık kimseler onlardan bir şey beklemesin” şeklinde tefsir etmiştir.

Nur sûresi 31. ayette ise şöyle buyrulmaktadır: “Mü’min kadınlara söyle gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hariç. Başörtülerini yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar…”5

Ayet, “Kendiliğinden görünenleri dışındaki süslerini teşhir etmesinler” buyurmaktadır. Kadın için süslenmek helaldir. Bütün kadınlar güzel olmayı, güzel görünmeyi severler. Süslenme kavramı çağdan çağa değişir. Ama süslenmenin fıtrattaki esası tek ve değişmezdir. O da güzel olma, güzelliği tamamlama ve bunu erkeklere gösterme isteğidir. İslâm bu fıtrî isteğe karşı çıkmaz. Sadece onu düzene koyar, kontrol altına alır. Onu hayatı paylaştığı erkeğe doğru yöneltir.

Süs ve güzelliği göstermeye ilişkin fıtrî isteklerine rağmen bu yasaklamayla karşı karşıya kalan ve kalpleri Allah’ın nuru ile aydınlanan mü’min kadınlar, yasağa uyma hususunda hiçbir tereddüt göstermediler. Safiye Binti Şeybe şöyle der: “Hz. Aişe Radıyallahu Anha’nın yanında bulunduğumuz bir sırada, bazı kadınlar Kureyş kadınlarından ve onların üstünlüklerinden söz ettiler. Bunun üzerine Hz. Aişe şöyle dedi: ‘Kureyş kadınlarının üstünlüğü inkâr edilmez ama Allah’a andolsun ki; Ensar kadınlarından daha iyi Allah’ın kitabını tasdik edene, indirilen hükümlere daha iyi inanana rastlamadım. Nur suresindeki “Başörtülerinin uçlarını yaka altlarına kadar sarkıtsınlar” ayeti inince kocaları, yanlarına dönüp yüce Allah’ın indirdiği ayeti okudular. Her koca, karısına, kızına, bacısına ve yakınlarına, bu ayeti okuyordu. Onlardan hiçbiri, Allah’ın kitabında indirdiği ayetleri tasdik etmek ve imanını vurgulamak için fistanını başına sarmadan yerinden kalkmadı.”6

Yine ayetin devamında, “Başörtülerinin uçlarını yaka altlarına kadar sarkıtsınlar” buyrulur. Burada geçen “Himar” kelimesi; baş, boyun ve göğüs örtüsüdür. Bu durumda göğsü kapatmayacak şekilde küçük ve boynu belli edecek şekilde dar örtüler bu kapsama girmez.

Bu iki ayet, Efendimiz’in bu konudaki hadisleri ve sahabe hanımlarının uygulamaları ışığında başörtüsünün ölçülerini özetleyecek olursak şu maddeler ortaya çıkmaktadır:

1- Örtü, elbisenin üzerine giyilen dış kıyafet şeklinde ayrı bir elbise olmalı ve bütün vücudu kapatmalıdır.

2- Bu kıyafet alttaki elbiseyi gösterecek kadar ince olmamalıdır.

3- Bu kıyafetin kendisi ziynet olmamalı yani cazip renkli ve süslü olmamalıdır.

4- Bu kıyafet vücut (yani boyun, göğüs ve bel) hatlarını belli edecek kadar dar olmamalıdır.

Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Nebevî kadınların ne şekilde örtüneceğinin sınırları tayin etmiştir. Müslüman bir kadının bu ölçülerde değil de kendi arzuları doğrultusunda örtünmesi, kişiye bir ibadet sevabı değil günah kazandırır. Çünkü başörtüsü Allah’ın emridir. Ölçülerini koyan da ancak O olmalıdır. Bu sınırların dışına çıkmak ya da kendi arzularına göre ölçüler koymak kimsenin haddi değildir. Bu şekilde davranan kişi Allah’ın emrine itaat ediyor sayılamaz.

Kadınların başörtüsü hükmü; hem kadını hem de toplumu koruma hedeflidir. Erkeğin kadına bakarken şehvete düşmesini sadece yanlış kafa yapısına bağlayanlar, erkeğin fıtratını unutmak istemektedirler. Bu bir fikir değil fıtrat meselesidir. Kadının fıtratında yatan süslenme ve kendini gösterme arzusu ve erkeğin ona bakması serbest bırakıldığında, toplumumuzda bugün de gördüğümüz birçok zararlar ortaya çıkar. Kadın erkek ilişkilerinin sınırsızlığı sonucu yasak aşklar, aldatmalar, karşılıklı güvensizlik, boşanmalar, dağılan yuvalarda ya annesiz ya da babasız büyüyen sorunlu çocuklar ve daha nice zararlar… Hepsi özgürlük adına ve nefsi tatmin etme uğrunda kaybedilen değerlerdir.

Bugün kadınların modern giyindiği ve kendilerini ‘gelişmiş’ olarak tanımlayan ülkelerde, kadına şiddet ve tecavüz had safhadadır. Demek ki Modernizm yani kadınların özgür-açık giyinmesi bu gibi olayların artmasına bir sebep teşkil etmektedir. Bu şekilde erkeğin iradesi daima zorlanmakta, psikolojisi etki altında kalmaktadır. Daha sonraları ise taşkınlıklar meydana çıkmaktadır. Erkekler açısından daima rahatsız eden bir psikoloji, kadınlar açısından da öncelikle en yakınlarından başlayarak sürekli tehdit edici bir toplum ne kadar yaşanılabilir bir toplumdur? Kadın, kocası evde değilken ‘acaba kimin yanında’ diye düşünerek; erkek ise fıtratı gereği karısının samimi olduğu her erkeği kıskanarak ve şüphelenerek daima huzursuz olmaktadır. Bir kadın kocasının başka kadınlara bakmamasını, onlarla yanlış ilişkiler kurmamasını sağlayamaz. Fakat kocası imanlı bir kişi ise “mü’min erkeklere söyle gözlerini haramdan sakınsınlar” ayeti onun için garantidir. Aynı şekilde bir erkek kendisinin olmadığı ortamlarda karısının ilişkilerinde ölçülü olup olmadığından emin olmadığında mutlu olamaz. Fakat mü’mine bir hanımla evli ise Yüce Rabbimiz’in “mü’mine kadınlara söyle gözlerini haramdan sakınsınlar… Ve örtülerini yakalarının üstüne indirsinler” ayeti koruyucu bir kalkandır. Bu durumda en huzurlu ve en güvenli toplum İslam toplumudur. Şu bir gerçektir ki, kadına şiddetin ve boşanmaların en az olduğu kesim yine Müslümanlardır.

Bir toplumda erkeklerin gücü toplumun gücü sayılır. Fakat bir toplumun erkekleri şehvetlerinin esiri olmuş ise o toplum doğal olarak gücünü kaybeder. Yolda, okulda, iş yerlerinde sürekli arzuları peşinde koşan kadın ve erkeklerin hayatlarındaki başarı oranı düşük olacaktır. Kadınların örtülü olmadığı toplumlarda, kadınların önceliği şık giyinmek, süslenmek ve cazip görünmek, erkeklerin önceliği ise doğal olarak kadınlar olacaktır. Bu durum tabi olarak eğitim kalitesini ve iş kapasitesini düşürmektedir. Yanısıra bir toplumu ayakta tutan ahlakî değerler, güven, yardımlaşma ve emniyet gibi temel taşlar da bu şekilde sarsılacaktır. Yapılan anketlere göre şu anda Türkiye bu kadar öğretim imkânına rağmen eğitim düzeyinde düşük ve kitap okuma konusunda bile en geri ülkelerle aynı sıradadır. Bunun sorumlusu elbette ki başörtülü kadınlar veya İslam’ı yaşayan erkekler değildir!

Yine tarih boyunca düşmanlar bir toplumu zayıflatmak ve içten yıkmak istediklerinde içki ve kadını öne sürmüş, bu şekilde toplumun ahlâkını ve güvenini bozmuşlardır. Bu tuzağa düşen toplumlarda sonuçta yıkım kaçınılmaz olmuştur. Hatta İslam tarihinde de müşrik ve münafıkların böyle bir oyun kurdukları kaynaklarımızda geçmektedir. Mevdudî Rahimehullah Nur sûresinin tefsirine girişte örtü ayetlerinin nüzulünün böyle bir dönemden sonraya denk geldiği görüşünü savunur.

Şöyle ki; Bedir zaferinden sonra İslâmî hareket her geçen gün daha bir güçlenmeye başlamıştı. O kadar ki, Hendek Savaşı’nın olduğu zamana gelindiğinde düşmanın, sayısı on bine varan ordusu Medine kuşatmasını bir ay sonra kaldırmak zorunda kalmıştı. Bu, kâfirlerin yıllardır sürdüregeldiği saldırı savaşının artık sona ermesi demekti.

Kâfirler, İslâm’ı savaş alanında yenemeyeceklerini anlayınca, çatışmayı sürdürmek için ahlâk cephesini seçtiler. İslâm’ın yükselmesinin; Müslümanların sayı gücüne, üstün silahlarına, cephanesine ve daha büyük maddî kaynaklarına bağlı olmadığını, tersine bütün bu cephelerde Müslümanların büyük dezavantajlarla savaştıklarını çok iyi biliyorlardı. Müslümanlar, başarılarını manevî ve ahlâkî üstünlüklerine borçluydu. Düşmanlar, Hz. Peygamber’in ve ashabının temiz yaşayışları ve soylu karakterlerinin halkın kalbini fethettiğini ve kendilerini disiplinli bir toplum haline getirmekte olduğunu kavramışlardı.

Mevcut kuvvetleriyle Müslümanları yenemeyeceklerini anlayan müşrikler ve Yahudiler, Hz. Peygamber ve ashabı aleyhinde iftiralarda bulunmak için münafıklardan yardım aldılar. Böylece, Müslümanların arasına ayrılık tohumları ekmeyi ve disiplinlerini bozmayı plânladılar.7 Hatta Mustalıkoğulları Seferi dönüşü meydana gelen bir olay üzerine Hz. Peygamber’in hanımlarından Hz. Aişe’nin namusuna iftira atmaktan bile çekinmediler. Fakat Allah Rasûlü’nün üstün ahlâkı ve ashabının sadakati bu iftiraların amacına ulaşmasını engelledi.

Yüce Allah bu olaylar üzerine nazil olan Nur sûresinin ayetleri ile bu gibi iftiralara hiçbir şekilde meydan bırakmayan ve toplumun ahlâkını her açıdan muhafaza eden hükümlerini açıklamış oldu.

Bilindiği üzere toplumun en az yarısını kadınlar teşkil etmektedirler. Bu sebeple kadının ahlâkının düzelmesi ve gelişmesi, toplumun düzelmesi ve gelişmesi demektir. Fakat kadınlar için koyulan bu ölçüler kadının toplumsal hayattan soyutlanması demek değildir. Kadının toplumsal sorumluluklarını yerine getirmesi sokaklarda açık ve cazip kıyafetlerle dolaşmasını gerekli kılmaz. Hatta iffetini muhafaza etmeyen kadın, toplumuna faydadan çok zarar vermektedir. Bu durumda Müslüman kadınların toplumsal vazifelerini yerine getirirken dikkat etmeleri gereken en önemli nokta; iffetlerini muhafaza etmek, emredilen yerlerini örtmek, erkeklerle karşılaştıklarında da şer’i kurallara uymaktır.

Allah Azze ve Celle’nin her emrinde olduğu gibi başörtüsü emrinin de hikmetlerini saymakla bitiremeyiz. Bu emirlerin hikmetini ve kıymetini tam olarak anlayabilmemiz ancak tam olarak yaşayabildiğimizde mümkün olacaktır. Başka bir sayıda bu konuyu tekrar ele almamız nasip olursa devam etmek temennisiyle hepinizi Allah’a emanet ediyorum.

Kaynak

1. Ahzap,59

2. Ahkâm tefsiri

3. Elmalılı

4. Ahkâm tefsiri

5. Nur, 31

6. Ebu Davud, Fı- Zılal’il Kur’an

7. Tefhim’ul Kur’an

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here