Hamd âlemlerin Rabbi, sonsuz kudret ve merhamet sahibi, rahmetiyle tüm kâinatı kuşatmış olan Allah’a; Salât ve selam da O’nun sevgili rasulü ve her konuda bizlere örnek olan, ümmetinin kurtuluşu için rahatını hatta hayatını fedâ eden Efendimiz Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e olsun.
Allah selamı, rahmeti ve mağfireti de Peygamberinin yolunda ilerlerken, örneği gibi şu mazlum ümmetin kurtuluşu için rahatını hatta tüm hayatını fedâ eden Müslümanların üzerine olsun.
İslam olmayınca insanlarda huzur kalmaz. Adalet kaybolur, haksızlıklar çoğalır. İnsanlardan güçlü olanların nefisleri toplumda yegâne hâkim olur. Cehalet artar, ahlak bozulur, aile dağılır ve merhamet azalır. Bu, tarih boyunca böyle olmuştur. Ne zaman ki insanlar peygamberlerin gösterdiği yoldan kaymışlar, o zaman bu sorunlar hemen peydahlanmıştır.
Cafer b. Ebu Talip Radıyallahu Anh’ın, Habeş kralı Necaşi’nin huzurunda yaptığı konuşmasında değindiği noktalar da İslamsız bir hayatın nasıl olduğunu çok güzel özetlemektedir. Ona şöyle demişti: “Ey Kral! Biz çok cahil ve bilgisiz kimselerdik. Putlara tapardık, murdar et yerdik, çirkin işleri yapardık, akrabalık ve komşuluk haklarını tanımazdık, güçlülerimiz zayıflarımızı ezerdi. İşte biz böyle iken Cenab-ı Allah bizim içimizden, tanıdığımız bir aileden ve doğruluk, emniyet, iffet ve nezâhat ile tanınan bir kimseyi Peygamber olarak gönderdi. Bu Peygamber, bizi yalnız Allah’a kulluk edip O’na şirk koşmamaya, atalarımızın tapageldikleri putlara tapmayı bırakmaya, doğru sözlü olmaya, emanete hıyanet etmemeye, akrabalık ve komşuluk haklarını gözetmeye çirkin işlerden ve birbirimizin kanını akıtmaktan vazgeçmeye, yetimin malını yememeye, iffetli ve namuslu kadınlara iftira etmemeye, namaz kılmaya, zekât vermeye ve daha birçok iyi şeylere davet etti…”1 Cafer Radıyallahu Anh, bu sözleriyle Allah Rasulünün davetinin toplumun kanayan yaralarına tek tek el attığını ve onları tedavi etmeye çalıştığını göstermek istemiştir. Yani İslam, bir topluma sadece güzellikler getirmek için değil, öncelikle toplumun yarası olan ve ondan dolayı acı çektiği tüm dertlerine deva olmak maksadıyla gönderilmiş bir dindir. İslam Dini; Yüce Rabbimizin rahmet eliyle dokunuşu, merhamet nazarıyla bakışıdır. İslam Dini sadece Müslümanlar için değil tüm insanlık için bir hayattır. Haksızlıklar, çirkinlikler, ahlaksızlıklar ve kaybedilen değerler arasında boğulan insanlık için açılacak yeni bir nefes borusudur. Hem dünyada hem ahirette kurtuluşa açılan kapıdır İslam! Asıl itibariyle İslamsızlık, hem zalimi hem de mazlumu boğmaktadır. İslamsız bir dünya demek, tüm genişliğine rağmen mekânların kendilerine dar geldiği hayatlar demektir.
Şu anda üzerinde yaşadığımız dünya, doğusuyla batısıyla dipsiz bir kuyuya düşmüşçesine nefes alamamakta ve boğulmaktadır. Bir tarafta buhranlarla boğuşan zalim bir millet, diğer tarafta dünyaya dalmış zayıf bir ümmet ve bu zayıflıktan cesaret bulan zalimlerin zulmü altında inleyen; ümmetin uyanışı, dirilişi ve gelip kendilerini kurtarması için umutla ve hasretle ufukları gözleyen mazlum kardeşlerimiz.
Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdular ki: “Bir gün gelecek düşmanlarınız sizin üzerinize akbabaların leşlerin üzerine üşüşmesi gibi üşüşecekler.” Ashab sordu: “Ey Allah’ın Rasulü! O gün sayımız az mı olacak?” Efendimiz, “Hayır” buyurdu. “O gün sayınız suyun üzerindeki çer-çöp kadar çok olacak. Fakat kalplerinizde vehn olacak.” “Vehn nedir?” diye sordular. Efendimiz: “ölüm korkusu ve dünya sevgisidir” buyurdu.
İşte bu hadis içinde bulunduğumuz dertleri ve sebebini bildirmekte, ayrıca çaresini de bizlere sunmaktadır. Evet, aynı hadiste geçtiği üzere ümmetimizin üzerine akbabalar üşüşmüş paramparça etmekte, buna karşılık bizler de bir ölü gibi beklemekteyiz. Yine hadiste belirtilen sebep gibi; birçoğumuzda bulunan ölüm korkusu ve dünya sevgisiyle elimiz, kolumuz bağlı ve hareket edemez durumdayız. Ve işte hadiste ifade edilen sebep aynı zamanda bize reçeteyi de sunmaktadır ki o da; ölüm korkusu ve dünya sevgisinin kalplerden atılması. Yani dünyaya, sadece olması gerektiği kadar değer veren ve sadece ölmekten değil, vazifesini yapamadan ölmekten korkan ve bu şekilde ölü (leş) değil de uyanık, dipdiri ve akbabaları kovalayacak güce sahip bir ümmetin oluşması!
Şu anda Hadis-i Şerifte geçen manzara ve sebep gözlerimizin önündedir. O halde kurtuluşumuz için ihtiyacımız olan tek şey; ümmetimizin uyanışını ve dirilişini hızlandıracak, tüm Müslümanların dünya ve ahiret dengesini kurmasını sağlayacak ve bu şekilde üzerimizdeki akbabaları kovalayacak bir güce ulaştıracak ‘Davetçiler Ordusu’nun oluşmasıdır.
İşte şu anda dünyada var olan tüm sıkıntıların, çözümsüzlüklerin, hastalıkların ve açılmış kocaman yaraların tek reçetesi İslam davetçisinin elinde bulunmaktadır. O halde; İslam davetçisi duramaz, dinlenemez ve görevine ara veremez. O, kurtuluş için bir dokunuş bekleyenlere bir doktor hassasiyetiyle müdahale etmekle mükelleftir.
Kur’an-ı Kerim buyurur ki: “Hem öyle bir fitneden sakının ki, (geldiği zaman) içinizden sadece zulmedenlere dokunmaz (umûmî olur)! Ve bilin ki şüphesiz Allah, azâbı pek şiddetli olandır.”2 Bu ayet göstermektedir ki; yeryüzünde yayılan fitne ve bozgunculuk ateşi söndürülmezse tüm dünyayı saracak ve söndürmeye çalışmayanlar da, bu ateşte yanmakla birlikte söndürmeye çalışmadıkları için de Allah’ın azabına düçar olacaklardır. O halde bugün Müslümanın başlıca görevi; bu ateşi söndürmeye çalışmaktır. Bu şekilde hem ateşin yayılmasına engel olacak hem de görevini yaparak Allah Azze ve Celle’nin azabından korunacaktır.
Şu anda dert ve hastalık tüm dünyayı sarmıştır. Zulüm yaygın bir ateş halini almıştır. Buhranlar gencecik hayatları alıp götürmektedir. Böyle büyük bir felaket ortamında müdahale edecek davetçi sayısı ne kadar da azdır. Bu sebeple her kardeşimiz, Muhterem Hocamızın ifadesiyle ‘Davetçiler Ordusu’ hazırlamayı kendisine vazife bilmelidir. Bunun için eğitim alacak potansiyele sahipse bizzat kendisi davetçi olmak için gayret etmeli, yok eğer bunun için gerekli vasıflara sahip değilse o zaman; tüm gayretiyle, malıyla, duasıyla destek olarak böyle bir orduyu hazırlamak için çalışmalıdır. Nasıl ki, bir savaş veya doğal bir felaket ortamında en mühim meslek doktorluk ise; Dünyanın İslam’a olan ihtiyacının bu kadar vahim olduğu bu çağda da en mühim ve en şerefli meslek davetçilik mesleğidir. Kur’an-ı Kerim buna ne kadar da güzel teşvik etmiştir: “İnsanları Allah’a davet eden, salih ameller işleyen ve ‘ben şüphesiz müslümanlardanım’ diyen kimselerden daha güzel sözlü kim olabilir?”3
Davetçi olmak demek; Kur’an’ın dili ve sesi olmak demektir. Allah Azze ve Celle söylemek istediklerini davetçilerinin dilini kullanarak kullarına duyurmak ister. Matbaaların sayısız olduğu ve baskının bu kadar kolaylaştığı şu çağda ne kadar Kur’an basarsanız basın, çoğaltın yine de O’nun sesini yükseltemezsiniz. Ama davetçilerin sayısının artması, cesaretlerinin olması, bu kutsal vazifeyi kendisine meslek edinmiş Müslümanların çoğalması; hakkın sesinin daha gür çıkmasının yegâne sebebi olacaktır. Kıymetli kardeşlerim gelin hakkın sesini hep beraber yükseltelim. Kur’an ve Sünnet bizlerin sesiyle ses bulsun. Hakkın sesi yüksek olmaya en layık olan sestir. Yine hakkın sesi tüm dertlere deva olacak tek sestir.
Hakkın sesini susturmak isteyenler var. Bu durumda İslam davetçileri; bir taraftan mazlumların derdine derman ve bataklıkta çırpınanlara can simidi olmaya çalışacak bir taraftan da hakkın sesini kesmek isteyenlerle mücadele etmek zorunda kalacaklardır. Peygamber Efendimizin de sesini kesmek için ellerinden geleni yaptılar ama bu sadece onların soyunun kesilmesine sebep oldu. Bugün de bu sesi kesmek isteyenler kendi soylarının kesilmesinden ve tarihe ‘21. yüzyılın Ebu Lehebi’ olarak geçmekten korkmalıdır.
Davet görevini yerine getirmek suretiyle insanlar için en hayırlı ümmet olma zamanı çoktan gelmiştir. Kur’an-ı Kerim buyurur: “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz; iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a imân edersiniz!”4