Hamd; gönderdiği peygamberlerle yolumuzu aydınlatan Allah’a; Salât ve Selam ise Efendimiz Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi ve Sellem başta olmak üzere bu kutsal görevi yerine getirmek için mücadele eden tüm peygamberlerin ve peygamber varislerinin üzerine olsun. (Âmin)

Hz. Âdem ile başlayan insanlık tarihinde Rabbimizin, insanı yarattığı ilk andan itibaren ona yol gösterdiğini görürüz. İlk insan Hz. Âdem’in bir peygamber olarak yaratılması, insanlığın hiçbir vakit bir yol göstericiden mahrum bırakılmadığının ispatıdır.

Allah insanı yaratmış ve onu muhatap almış; ona dostunu, düşmanını tanıtmış, temizi ve haramı bildirmiştir. Cennette başlayan hayatta, insan ilk olarak baş düşmanı olan şeytana karşı uyarıldı. İnsanın yabancısı olduğu şu hayatta “Gerçek şu ki şeytan sizin apaçık düşmanınızdır”1 ayeti, ayrı bir önem ifade etmektedir. Çünkü bu hayatta insan için en büyük zarar; (şeytan vesilesiyle) Rabbini ve peygamberlerini düşman, şeytan ve nefsini dost zannetmesinden doğmaktadır.

Eğer ilk insan, peygamber olarak yaratılmasaydı belki de bazı insanlar peygamberlere ihtiyacımız olmadığını zannedebilirlerdi. Ama ilk insan peygamber olarak yaratılınca insanlık, aklın doğru yolu bulmak için yeterli olmadığını anlamış oldu.

İnsanın aklı ve ilmi sınırlıdır. Birçok meselede hata eder ya da doğru bilgiye ulaşsa bile ona uymakta zorlanır. Çünkü insanın doğruya ulaşması için aklı olduğu gibi ona tâbi olmasına engel olacak nefsi ve şeytanı da vardır. İşte bu sebeple Allah bizi, bize terk etmedi ve tarihin seyrinde mutlaka bir kılavuz gönderdi.

Yüce Rabbimiz insanı yarattığı andan itibaren onun yaşaması için gerekli olan her şeyi eksiksiz düşünmüştür. İçinde yaşadığımız şu dünyada, insanın hayat sürebilmesi için gerekli olan her şey tüm detaylarıyla ve ince bir hesapla eksiksiz olarak mevcuttur. Şu dünya; iklim şartları, yeme-içme imkânları, insana yaşamına devam edebilmesi için verilen organlar ve daha sayamayacağımız nimetlerle tam da insan için tasarlanmıştır. Hatta her an gelişen bilim ile hayatı daha kolay, daha rahat yaşama olanaklarının artması, Rabbimizin her an yol göstermeye devam ettiğinin ispatıdır.

Böyle düşünüldüğünde ortaya çıkan bir hakikat vardır ki; Yüce Allah insanı yaratmış ve asla başıboş bırakmamıştır.
Bütün bunların içinde insanın en önemli ihtiyacı; doğru ve medenî yaşama yollarını ve her iki dünyada da kurtuluşun imkânını bulabilmesidir. Bu konuda bir yol göstericiye ihtiyaç ise elbette ki her konuda olduğundan daha çoktur. Ayrıca çoğu zaman insanın duyguları ve arzuları, doğrularına galip gelir. Herhangi bir konuda insanlar arasında ihtilaf bitmez ve doğrular kişilere ve imkânlara göre sürekli değişmek zorunda kalır. Ayrıca insana yön veren nefsi ve çevresini; ezeli düşmanı olan şeytanı da unutmamak gerekir. Muhterem Hocamız bu konuyu bir temsil ile üç maddede özetlemiştir.

“Yeryüzünde bir çekim kanunu olduğu gibi; insanı da aşağılara doğru çeken üç yer çekimi vardır. Bunlar: Nefis, Şeytan ve Çevredir.” Dolayısıyla insan doğrulara ulaşabilse bile bu yer çekimlerine bağlı olarak yükselmeyi yine de başaramayabilir. O halde insanı bu çekimlerin etkisinden kurtaracak bir kutsala ihtiyaç vardır. O da peygamberler yoluyla bize ulaşan vahiydir.

Yükselmek ancak kutsî bir mesajla mümkündür. O halde insan vahye teslim olmalı ve peygamberlerin yoluna uymalıdır. Vahye teslim olmayanlar nefislerine, şeytana ve insanlara teslim olurlar, onlara kulluk yaparlar ve bu şekilde doğrulardan saparlar. Yüce Rabbimiz; “Doğru yolu göstermek Allah’a aittir”2 buyurarak insanı böyle büyük bir çıkmazdan kurtarmıştır.

İnsanın Neden Allah’tan Bir Yönlendirmeye Yani Bir Peygambere İhtiyacı Vardır?
Bu sorunun cevabını net bir şekilde ortaya koyacak olursak:
1- Allah’ın ilmi sınırsızdır ve tüm insanlar için en uygun hayat tarzını ancak O bilir. Buna karşılık insan acizdir ve ilmi sınırlıdır. Kendine uygun olanı tam olarak bilmesi mümkün değildir.
2- İnsanın, fıtratı bilenden bir mesaja ihtiyacı vardır. Yeni bir cihazı tanımanın yolu onu üreten şirkete başvurmaktır. İnsan ise, insan fıtratını tanıyamamaktadır ve bu sebeple de tüm insanlara uygun kanunlar koymayı başaramaz. Ama Allah insanı yaratan, onun her haline nüfuz eden ve insanı hakkıyla tanıyandır. Tüm zaman ve mekânlarda yaşayan insanlar için en uygun kuralları ancak O bilir.
3- İnsanı yaratan Allah, insan için bir vazife tayin etmiştir. İnsana dünya hayatında verilen vazife bir kılavuzu gerektirir. O vazifeye uygun yaşama yollarını, Allah’ın insana yüklediği sorumlulukları bize O bildirmeden bilmemiz mümkün değildir. O’na nasıl kulluk edeceğimizi, hangi amellerden ne şekillerde sorumlu olduğumuzu ancak O’nun tayin ettiği peygamberler yardımıyla bilebiliriz.
4- İnsanı ve kâinatı tanımayanların, insana uygun medeniyet esasları ortaya koyması mümkün değildir. Farzlar ve haramlar medenî bir insan ve toplum meydana getirmek için şarttır. Her peygamberin gönderilmesi yeryüzünde vahye göre bir toplum meydana getirmek içindir.
5- Allah Azze ve Celle’nin kitap ve peygamber göndermeden insanlara sanatını, ilmini ve muradını bildirmesi mümkün değildir.
6- İnsan, tüm memleketlere ve tüm akıllara hitap eden bir kelâma muhtaçtır. Yoksa medeniyetler arası çatışmalar asla bitmez.
7- Kur’an-ı Kerim; “Biz, bir elçi gönderinceye kadar (hiç bir topluma) azap edecek değiliz”3 buyurmaktadır. Peygamber gönderilmedikçe hiçbir memleketin helak edilmemesi, insanın aklıyla doğru yolu bulamayacağındandır. Eğer akıl yeterli olsaydı, o takdirde peygamber gönderilmeden de helak edilmeleri caiz olacaktı ve Allah Azze ve Celle bunu kendisine caiz kılmamıştır.
8- Diğer bir nokta da şudur ki; tarih boyunca Kur’an nizamını beğenmeyenler ve başka nizamlar arayanların hali ortadadır. Ne zaman ki; insanlar peygamberi yalanlayarak vahyi terketse ve kendileri hükmetmeye kalksa; o toplumda insan kimliğini kaybetmiş, güçlüler ilahlaşmış, zayıflar ezilmiştir. İnsana uygun bir medeniyet kurabilmek için; insan, kâinat ve hayat üçlüsünün gerçek manasını kavramak şarttır. İnsanın ise böyle bir gücü yoktur.

O halde insana uygun bir medeniyet kurmak ve bunun için gerekli kanunları koymak ancak Allah’ın işidir. Bunu yapmanın en güzel yolu da insana kendi içinden bir elçi göndermek ve onunla hem mesajı iletmek hem de o mesajı hayata geçirme modelini peygamberin hayatında göstermektir. İnsana düşen ise bu yüce rahmete teslimiyettir. Ancak bütün bunları bilmesine rağmen insan sorumsuz bir hayat yaşamaktan hoşlanır. Şu bir gerçektir ki sorumsuzca yaşanan hayatın hem dünyada hem de ahirette ağır bedelleri vardır. Yani insan bu dünyada sorumluluklarından kaçsa da ahirette bedelini ödemekten kaçamayacaktır.*

*Muhterem Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin bu konudaki tespitlerinden istifade ettim. Allah ondan razı olsun.

Kaynak

1- Fatır, 6
2- Leyl, 12
3- İsra, 15

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here