Semra Kuytul Hocahanım beklenen üçüncü yazısını da bugün takipçileriyle paylaştı.
Semra Kuytul 1. yazısında, Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin 4 ay önce tutuklanarak tecrit zulmüne maruz bırakılmasının ardından son bir aydır çeşitli kişi ve kurumlarla yaptıkları görüşmelerin içeriğini ve neticelerini paylaşmaya başlamıştı. Ayrıca birçok kanaat önderi, hoca, yazar, gazeteci, siyasetçi, hukukçu, sivil toplum kuruluşları ve insan hakları dernekleri gibi çeşitli çevrelerden kişi ve kurumlarla yaptıkları görüşmelerden elde edilen bazı önemli kanaatleri yazmıştı.
Semra Kuytul 2. yazısında; “Görüşmelerimiz Esnasında Bize Yapılan Bazı Dostane Eleştiriler”, “Şimdiye Kadar Maruz Kaldığımız ve Bazılarını Bizim Bile Fark Etmediğimiz Diğer Operasyonlar” gibi başlıklara yer verdi.
Son olarak bugün yayınladığı 3. yazısında ise; Siyasetçilerin Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin tutukluluğuna bakışını, yaşadıkları operasyon hakkında bilirkişilerin kanaatini ve insan hakları örgütlerinin olaya bakışını yazdı.
Semra Kuytul’un, ” Değerlendirmeler -3″ başlıklı yazısı şu şekilde;
Ben Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin Eşi Aynı Zamanda Dava Arkadaşı Semra Kuytul!
Geçirdiğimiz şu süreç hakkında gerek kendimizi ifade etme gerek fikir alma maksatlı olarak birçok kanaat önderi, hoca, yazar, siyasetçi, hukukçu, sivil toplum kuruluşları ve insan hakları dernekleri ile görüşmeler yaptığımızdan bahsetmiş ve bu görüşmeler ile ilgili değerlendirmelerimi sizlerle paylaşmaya başlamıştım.
Değerlendirmelerime 3. Bölüm ile devam ediyorum.
Siyasetçilerin Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin Tutukluluğuna Bakışı:
Siyasetçilerden, parti ayrımı yapılmaksızın 100 kadar siyasetçi (milletvekili) ile görüşüldü. Görüşülenler arasında şu anda aktif siyaset yapmadığı halde tecrübesine inandığımız bazı siyasetçiler de var.
Arkadaşlarımızın meclise yaptığı ziyaretlerde (bir kısmı siyaseten de olsa) çok nazik karşılandıklarına şahit olduk. Samimane ortamlar oldu, gerçekten yardımcı olmaya çalışanlar ve içtenlikle ilgilenenler de… Bu ilgilerinden dolayı kendilerine teşekkür ediyoruz. Arkadaşlarımızın mecliste randevu talep ettiği günlerde erken seçim kararı açıklanmıştı ve onlar için birden bire yoğun bir mesai ortamı doğmuştu. Kendileri açısından oldukça karışık ve yoğun günler olmasına rağmen mevzumuzla ilgilenmeye çalışanlara hassaten teşekkür ediyoruz.
Ben yine sizler için bütün görüşmelerden aldığım bilgilerle konuyu özetlemeye çalışacağım. Bu konuda en baştan beri tarafsız yazmaya çalıştığımı da özellikle belirtmek isterim. Yani bu görüşmelerde hoşlanmayacağımız hususlar olsa da sizlere ileteceğimden emin olabilirsiniz.
Burada da öne çıkan hususlar çok ilginçtir. Öncelikle neredeyse görüşülenlerin tamamında Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin tutuklanmasının siyasi olduğunda ortak bir kanaat söz konusudur. Muhalefet cephesinde Türkiye’deki hukuksuzluğun siyasi kaygıyla yapıldığı da yaygın bir kanaat!
Meselemizin hukuki bir boyutu olduğunu düşünen nerdeyse yok gibi ya da biz karşılaşmadık. Bu sebeple bilhassa siyasiler olayımıza çok daha vahim bakmaktadırlar. İsmini vermeyeyim birisi bizzat bana ‘sizin işiniz Allah’a kalmış’ dedi. Çok şükür Allah’a kalmış bundan memnunuz da ama onun kastı bu değil. Kullarda dermanı olmayan derde düşmüşsünüz demek istiyor!
Genelleme yaparsak muhalefet cephesinden görüşülen siyasetçilerin;
1- Olayımızı yakından takip ettiklerini,
2- Yapılanı hukuksuzluk olarak kabul ettiklerini,
3- Türkiye’nin siyasi olarak geldiği noktada tenkide asla açık olmayan bir yapıya dönüştüğü,
4- Destek vermek istediklerini ancak ellerinden gelen çok da bir şey olmadığınıbelirttiklerini,
5- Şayet ellerinden gelebilecek bir talebimiz olursa yardımcı olmak istediklerini söylediklerini gördük.
İktidar cephesindekilerin ise;
1- Birçoğunun olayımıza oldukça mesafeli durduklarını,
2- İktidarda olmaları sebebiyle çare bulabilecek merci olmalarına rağmen konuya çözümsüzlük açısından daha vahim baktıklarını,
3- Bir kaçının ise olayda hukuksuzluk olsa bile asla müdahale edebilecekleri bir durum olmadığını, bunun kendilerinin siyasi hayatlarını zora sokacağını samimiyetle söylediklerini gördük.
Gerek iktidardan gerek muhalefetten birkaç siyasetçinin, yapılan karalama kampanyalarından etkilenmiş ve Hocaefendi’nin; “darbeye hayırlı olsun ve kalemi kırılmıştır dediği” iftirasına inanmış olduğuna da şahit olduk. Kendilerine bunun iftira olduğu, kırpılmış videolar ile Hocaefendi’nin konuşmasının tamamen değiştirildiği anlatıldığında ve videoların aslı izletildiğinde ise çok şaşırdılar ve konuyu araştıracaklarını söylediler.
Görüşülenlerin her birine, içlerinde ilgili videoların da bulunduğu; bizleri tanıtıcı, konuyu aydınlatıcı, iftiralara cevapların açıklandığı dokümanlar bırakıldı.
Bizim gördüğümüze göre Furkan Vakfı meselesi ve Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin tutukluluk süreci her ne kadar medyaya yansıtılmasa da siyasilerin ve bürokratların kulislerde konuştuğu gündemlerden biri haline gelmiş durumda… Konudan haberi olmayan ve takip etmeyen neredeyse yok!
Hassaten muhalefetteki siyasetçiler arasında Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin yaptığı haklı tenkitler biliniyor, hatta kabul ediliyor ve hatasının, “kral çıplak” demesi olduğu açıkça ifade ediliyor. “Keşke doğruları bu kadar açık konuşmasaydı” diyenler de var… Yani Hocaefendi’nin asıl hatasının(!) doğruları açıkça konuşmak olduğu onlar arasında da çok yaygın bir kanaat!
Arkadaşlarımızın, bizim hiçbir suç ya da terör örgütü ile alakamız olmadığını izah etmeye çalışmalarına çok aldırış etmediklerine şahit olduk. Hemen hemen hepsi “yaa geçin bunları, bunlara kim inanır” zaten der gibiydi. Bir kısmı izah çabamıza karşılık kendileri ile alakalı açılan davaları anlatmaya başladı. Lisan-ı hal ile “malum Türkiye ortamı, üzülmeyin, geçer” der gibiydiler!
Şu anda aktif siyaset yapmayan tecrübeli bir siyasetçi ise bize yapılanı “sizin gibi istikbal vaad eden bir cemaate bunun yapılması gayet normal” sözleriyle açıkladı.
Yine Ak Partili bir siyasetçinin manidar cümlelerini sizlerle paylaşmak istiyorum. “Bir âlimin bizim dönemimizde içerde olması bizim büyük bir ayıbımızdır. 16 yıldır iktidardayız, Ak parti artık eski Ak parti değil..” ifadelerini kullanması üzerine arkadaşımız ortamı yumuşatmak için “yandaş medyanın da etkisi büyük, bu iftiralar herkese hata yaptırıyor” deyince “Ne alakası var! Medya da bizim değil mi zaten!” cevabını veriyor.
Sonuç olarak; bizi tanımadığını söyleyen çok az bir kısmı hariç genel olarak bizim ‘hiç bir suç ya da suç örgütü ile ya da hiçbir terör örgütü ile alakamız olmadığını’ hepsi biliyor. Bu sebeple de bizlere karşı davranışları sıcak ve samimi idi.
Ellerinden bir şey gelmese de samimi yaklaşımlarından dolayı hepsine teşekkür ediyoruz. Zaten arkadaşlarımızın gitme sebebi başta da ifade ettiğim gibi yardım istemekten ziyade medyanın algı operasyonuna karşılık tanışmak ve doğru tanıtım yapmaktı. Ama bu ziyaretler de gösterdi ki sosyal medyanın tesiri, Tv.lerin ve gazetelerin tesirini sollamış! Tv kanalları ne anlatırsa anlatsın, gazeteler ne basarsa bassın insanlar haberin kaynağına ulaşıp doğrusunu öğreniyor. Bu da yandaş medyanın güvenilirliğini her geçen gün daha da sarsıyor.
Yaşadığımız Operasyon Hakkında Bilirkişilerin Kanaati:
Gerek hukuki olarak fikir alabilelim diye gerekse aleyhimizde oluşturulmak istenen yanlış kanaatlere karşı tanışma ve tanıtım maksatlı olarak bazı illerin Baro başkanları da dâhil olmak üzere birçok hukukçu ile de görüştük ve dosyamızdaki bazı detaylardan kendilerine bahsederek ne yapabileceğimiz konusunda fikir sorduk.
Gerek emniyet mensuplarından (içlerinde zamanında emniyet müdürlüğü yapmış kimselerde var) gerek hukukçulardan aldığımız tepkiler de çok ilginçti.
Olayımızı tarafsız inceleyen emniyet mensupları, söz konusu iddiaların tamamen zorlama olduğunu, somut bir suça isnad edilemeyişinin çok açık göründüğünü ifade ettiler. Yapılan hukuksuz gözaltılara ise çok şaşırdılar. Sanırım bu kadar iş tecrübesinde ilk defa bizimki gibisine rastladılar. Balon uçurdu diye yakasına kart taktı diye duvara kömürle yazı yazdı diye gözaltına alınanların olması, bomba araması yapar gibi mobesalardan takiple ‘pankart’ aranması, “balonun üzerinde parmak izin var” diyerek bir kişinin ifadeye çağrılması, sorguda “pankartı kim yazdı? ben yazdım, neyle yazdın? kalemle yazdım, kalem nerde? çöpe attım, hangi çöpe…” diyaloğu onları çok şaşırttı. Tecrübeli bir emniyet mensubu, ‘yaşananların Türkiye’deki siyasetin geldiği noktayı resmettiğini’ söyledi.
Hukukçular açısından ise olay başka bir vahamet arzediyordu. İlk duruşmada verilen gerekçeli karardan bahsettiğimizde hayretler içinde kaldılar. Bundan bahsettiğimiz her bir kişinin yüzünde gördüğümüz şaşkınlık ifadelerini kameraya çekmek isterdim. Hâkimin siyasi figürlerle desteklediği ve hukukta karşılığı olmayan “halkın teveccühüne yön verme suçu” herkesi şaşkına çevirdi.
“Halkın teveccühüne yön verme suçu”nun belirtildiği gerekçeli kararın hukuk fakültelerine konu olacak nitelikte olduğunu belirtenden, tiyatro tarihine geçecek bir malzeme olacağına varan ilginç yorumlarla karşılaştık.
Bu görüşmelerin birçoğuna ben katılamadım ancak bir kısmında bulundum. Kendi gördüklerim ve arkadaşlarımızdan aldığım bilgiler doğrultusunda sizleri de bilgilendirmek istedim.
İnsan Hakları Örgütlerinin Olayımıza Bakışı:
Son olarak insan hakları örgütleri ile yaptığımız görüşmelerimizden de bahsetmek istiyorum. Bunlarla bizzat ben görüştüm.
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki; bu örgütlere göre bizim olayımız çok vahim değil.. Evet, hukuksuz bir muamele olduğu, insan haklarına uygun muamele yapılmadığı herkesin kabulü ancak malumunuz Türkiye ortamında onlara başvuranların yaşadıkları yanında bizimki hafif kalıyor. Çünkü yıllarca içerde mahkemesiz yatanlar, bil fiil şiddet ve işkenceye maruz kalanlar, somut delillere dayandırılmaksızın müebbet hapse mahkûm edilenler gibi çok çeşitli olaylarla karşılaşıyorlar.
Alparslan Kuytul Hocaefendi’ye yapılanların “insan haklarına ve ifade özgürlüğüne aykırı olduğu” ise hepsinin ortak kanaati.. Özellikle uygulanan tecritin bir ‘insanlık suçu’ olduğunu hatta uluslararası literatürde ‘işkence’ sınıfından sayıldığını ben onlardan öğrendim.
Görüşmelerimiz esnasında biz kendilerine başvurmadan önce onların da olayımızı takip ettiklerini öğrendik. Türkiye içinde faaliyet yapan üç, yurt dışından dünya çapında faaliyet yapan iki örgütle görüştük. Bizimle ilgili rapor hazırlayacaklarını söylediler. Bizim olayımızı da tamamen insan haklarını ihlal kapsamında ve ifade özgürlüğüne aykırı olarak kabul ettikleri için meseleye “bu zaten bizim konumuz” şeklinde bakıyorlar.
Uluslararası çalışan bir örgütün Türkiye temsilcisi olan bir bayanla (kendisi Türk değil) diyaloğumuz ise çok ilginç geldi bana. Bizi gayet iyi tanıyordu. Ben ona durumumuzu ve neyle suçlanmaya çalışıldığımızı izah etmeye çalışırken o lafı ağzımdan aldı ve “biz sizin hiçbir suç örgütü veya terör örgütü ile bağlantınız olmadığını çok iyi biliyoruz. Siz suç örgütü değil, insanların menfaati için çalışan sivil toplum örgütüsünüz” dedi. Bu net konuşma beni çok memnun etti. “Konuyu takip ediyoruz, yurt dışındaki toplantılarda da bu mağduriyeti dile getireceğiz” dedi.
Yazdıklarım bu kadar! Yazmadığım, bizde saklı olan daha çarpıcı detaylar da var ama şimdilik onları yazmayayım. Belki daha sonra…
Son olarak şunu da belirtmek istiyorum. Bahsettiğim gibi çok çeşitli çevrelerden çeşitli kimselerle görüştük. Dikkatimi çeken önemli bir nokta şu ki; “Bir ah ettiysek bin ah işittik!” Nasıl, diyeceksiniz!
Siyasetçisinden gazetecisine herkesin muzdarip olduğu o kadar çok şey var ki! Belki şaşıracaksınız bazılarıyla görüşmemizde biz sustuk onlar konuştu, dertlerini dinledik. “Size daha büyük geçmiş olsun” deyip çıktık! Biz olayımızı gündemde ve sıcak tutuyoruz diye herkes birçok detayı biliyor zaten ama birçoğu yaşadığını anlatamıyor, yutkunup olabildiği kadar en az zararla yoluna devam etmeye çalışıyorlar.
Bu konuda da çok detaylara girmeyeyim ama şu bir gerçek “Bir ah ettik, bin ah işittik”
Neredeyse şunu diyeceğim “yine en iyi durumda olan bizmişiz!”
Semra Kuytul
5 Haziran 2018