8 Şubat 2018 tarihinden beri haksız bir şekilde Bolu F Tipi Cezaevinde tutuklu bulunan Muhterem Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin, 10 Ağustos 2018 tarihinde ailesi ile yapmış olduğu telefon görüşmesinin ses kaydı yayında.

Eşim Alparslan Kuytul ile 10.08.2018 Cuma günü Bolu F Tipi Kapalı Cezaevinden gerçekleştirdiğimiz telefon görüşmesinden sizler için yazdığım notlar;

Selamun Aleykum, nasılsın? Elhamdülillah ben iyiyim. Annem ve çocuklar nasıl?

Geçen Pazar kitap okuma saatinde dergi okudum. Aslında eskiden derginin tamamını okuyamıyordum, çoğu zaman okuyamadığım yerler oluyordu ama şimdi baştan sona tamamını okuyabiliyorum. İyi oldu yani, bu arada yaptıklarınızı da görmüş oluyorum. Yapılan mücadeleyi anlamış oluyorum.

Bu Pazar saat 10.30’da dergi okuyacağım inşallah. Benimle beraber okumak isteyen olursa buyursun okusun. Tabi “Çaysız dava yürümez” diyorduk, şimdi kahve de olmadan dava yürümezmiş. Burada da kahveye alıştık biraz.

Zamanında Mısır’da bir olay olmuş; olayın sonunda bazıları şehit olmuş, bazıları ise hapse atılmış. Hapse atılanlardan birinin morali çok bozukmuş ve hocası bunun sebebini sormuş. Demiş ki, “Ben bu yola şehit olmak için girdim ancak benim payıma zindan düştü. Arkadaşlarım şehit oldu ben ise zindana atıldım, bundan dolayı moralim bozuk” Hocası da demiş ki, “Ey filan, sen cennet karşılığında bu canı Allah’a sattın. Dilerse seni saraylarda padişah yapar, dilerse şehit eder, dilerse de zindanlarda çürütür. Satılmış ve karşılığı alınmış bir malın pazarlığı olmaz.”

Hocası aslında Tevbe Suresi’nin sonlarındaki ayeti söylemiş oluyor. “Allah mü’minlerden cennet karşılığında canlarını ve mallarını satın almıştır.”1 Yani ey filan, sen de canını ve malını Allah’a satmadın mı? Öyleyse Allah isterse seni saraya koyar, isterse zindana koyar. Sen zaten canını Allah’a sattın, dolayısıyla O’nundur ve satılmış, karşılığı alınmış malın da pazarlığı olmaz. Biz de bu anlayışa sahibiz elhamdülillah. Hepimiz bu anlayışa sahip olmak zorundayız.

Bir zamanlar, “Biz Allah’ın elinde tornavida olmaya, pense olmaya razıyız. Bizimle istediğini tutsun, istediği vidayı sıksın” demiştim. Yani Allah bir koyuna verdiği nimet ve şereften daha fazlasını vermedi mi bizlere? Koyun yediği o kötü ota ve içtiği kötü suya karşılık sonunda canını Allah’a veriyor. Biz çok daha güzel nimetler ile beslendik ve insana çok daha güzel bir şeref verildi. Bir koyun kadar da mı olamayacağız? Koyun her şeyi göze aldıysa ve her şeye razıysa biz de razı olmalıyız. Ve hayr, Allah’ın tercih ettiğindedir. Hatta bunu kaideleştirmişlerdir. “El-hayru fimahtera hullahu” Eğer Allah bizim için bunu tercih ettiyse buna razı olmalıyız. Kaderimize razı olmayı öğrenirsek aslında çok fazla sıkıntı çekmeyiz. Bütün mesele bu! Aslında rızayı yaşıyoruz ve yaşamaya çalışıyoruz.

Bugüne kadar sabrı, şükrü, teslimiyeti, tevekkülü çok anlattık. Şimdi onları yaşıyoruz. Demek ki anlatmak fazla bir şey ifade etmiyormuş, yaşamak bambaşka bir şey! Sabrı yaşamak, sabretmeniz gereken bir şey olacak ve siz ona sabredeceksiniz ve o musibete rağmen şükredeceksiniz, aslında bunlar çok ağır şeylerdir. Dışarıdaki insan çok rahat bir şekilde “Elhamdullilahi Rabbil Âlemin, çok şükür” diyebilir. Ancak bunu zindanda söylemek o kadar kolay değildir. Onu başarmak icap eder. Biz şu anda bunu yaşıyoruz. Tüm kardeşlerimiz bunu tam olarak anlayamayabilirler. En azından onlar da bu vesileyle küçük bir musibete uğramış oldular. Bunu bizim kadar olmasa bile kısmen de olsa anlayacaklarını zannediyorum.

Yani ümitsizliğe kapılmaya gerek yok. Şunu bilmek lazım; -daha önce de söylemiştim sanırım- “Karanlık ne kadar büyük ve yoğun olursa olsun, hükmü güneş doğana kadardır.” Yani Allah’ın izniyle güneş doğduktan sonra karanlığın yapabileceği hiçbir şey kalmaz. Belki bize, bana “Sus, tevhidi anlatma, yaptığımız zulümlere sessiz kal” diyorlar. Ben de onlara Yusuf Aleyhisselam’ın dediğini diyorum. Yusuf Aleyhisselam, “Rabbim! Zindan, beni çağırdıkları şeyden daha hayırlıdır” demişti. Biz de onlara bunu söylüyoruz.

Allah Azze ve Celle’nin dediği olur. Sonuçta Allah’ın istemediği kadar tutamazlar. Allah’ın istediği kadar tutabilirler. Allah’ın istediği kadar tutmalarına, kaderimize razı olmalıyız. Çünkü zaten O istiyor demektir. Tıpkı fırındaki ekmek misali… Ekmek, fırının ısısından rahatsız olur, dayanamaz ve “of, puf” der, bir an evvel çıkmak ister. Fırıncı da onu orda tutmak ister çünkü hala pişmemiştir. Onun pişmesi gerekmektedir, çünkü pişmeden yenmeyecektir. Bir bakıma zindandaki insanın hali fırındaki ekmek hamuruna benzer. Şimdiye kadar başımıza gelenle bizi bir yere kadar pişirdi, demek ki daha da ötesi var.

İmam Rabbani’nin sözü geldi aklıma. İmam Rabbani, “Yetiştiğim derecelerin üstünde daha çok makamlar vardır. Onlara yükselebilmek, Celal sıfatı -sert terbiye- ile olabilir. Şimdiye kadar Cemal sıfatı ile okşanarak terbiye edilmişim. Artık bundan sonrasında Celal sıfatı -sert terbiye- ile terbiye ediliyorum” demiş. Demek ki bundan önce Selef-i Salihin de buna benzer durumları yaşamış. Biz de bugüne kadar birçok şey gördük, geçirdik, birçok tecrübe kazandık, belki birçok yönümüzü törpüledik, belki daha önce sabredemediklerimize sabrettik. Ama tabi ki her tecrübenin üstünde bir tecrübe ve her makamın üstünde bir makam vardır. Şu anda bunu yaşıyoruz. Demek ki Allah Azze ve Celle bize bunu yaşatmak istiyor. Belki şimdiye kadar Cemal sıfatı ile terbiye ediliyorduk, şimdi ise Celal sıfatıyla terbiye ediliyoruz. Bizim başımıza gelenlerin çok daha fazlası başkalarının başına geldi.

Tüm arkadaşlara çok selamımı söyle. Benim durumum iyi hamdolsun, onlar çalışırlarsa ben daha iyi olurum.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here