8 Şubat 2018 tarihinden beri haksız bir şekilde Bolu F Tipi Cezaevinde tutuklu bulunan Muhterem Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin, 20 Eylül 2019 tarihinde ailesi ile yapmış olduğu telefon görüşmesinin ses kaydı yayında.

Alo Selamun Aleykum, Ben Alparslan Kuytul…

Nasılsın? Çok şükür, ben de iyiyim… Annem nasıl, çocuklar nasıl? Herkes okulda mı? Daha doğrusu büyükler? Rabiş nasıl, alıştı mı okula? Her şey normal değil mi? Ben de iyiyim çok şükür bir sıkıntımız yok.  Günler nasıl geçiyor bilmiyorum vallahi. Yok ben iyiyim hiç üzülmelerine gerek yok, ben gayet rahatım. Rabbimle beraberim. Tek olmanın da ayrı güzellikleri var. Eğer sıkıntı yapmıyorsan, alıştıysan tek olmak daha da güzel oluyor. Hem Rabbim, hem de sizin gönderdiğiniz mektuplar var.

İstanbul’dan bir bayan mektubunda şöyle söylemişti: “Sizi internetten tanıyıp videolarınızı izleyip etkilenenler, dinden soğumuşken tekrar İslam’a meyledenler var. Hakkı konuşmanızdan ötürü uğradığınız zulme, haksızlığa tepki göstermek adına tanışmak isteyip, gönüllü olarak bizim yanımızda olmayı talep edenler var. Sizi ve talebelerinizi tanımadıkları halde sadece zindan sürecine tanık olup bu süreci etraflarında gündem edip sizi savunanlar var. Bu kadar var, sesinizi yok etmeye çalıştıkları için var… Sonunu güzel bağlamış. Evet yani elbette bir şeyleri elde etmek bir şeyleri feda etmekle mümkün oluyor. Eğer böyle birçok insanın özellikle de İslam’dan soğumuş insanların, İslam’a meyletmesine vesile olduysak, İslam’ın ne olduğunu gösterebildiysek, İslam’ın, mazlumların sesi olduğunu anlatabildiysek bunun için değer…

Kötü gidişat, hakkı söyleyenleri susturarak değil, onları dinleyerek ve yanlışları terk ederek değiştirilebilir. Herkesi susturmayla bir yere varacaklarını zannediyorlar halbuki bu şekilde kötü gidişat değişmez tam tersi daha da kötüye gider. Susturmak çözüm değil onları dinlemek, doğruyu söyleyenleri iyi niyetle konuşan insanları dinlemek, yanlışları terk etmekle olur. Şu anda öyle bir niyetleri yok gibi görünüyor. Ama kim ne yaparsa yapsın şu bir gerçek ki; hakikat batılı eninde sonunda yener ve istediğiniz kadar insanları toprağa gömün, zindanlara gömün.  Eğer kişi sağlamsa tıpkı tohum gibi… Sağlam tohum toprağa girer, yeşerir ağaç olur; çürük tohum toprağa girer, gübre olur. Burada önemli olan insanın kendisinin sağlam olması, Rabbi ile diyaloğunun güçlü olması… Bu varsa kişi zindanda da olsa ağaç olur, meyve verir.

Beni düşünen kardeşlerime söylemek istediğim şu: “Ey Talebelerim ve dava arkadaşlarım! Madem hakikatin düşmanları sesimi kısmaya hatta tamamen susturmaya çalışıyorlar.

O halde şunları unutmayın:

 –  Benim sesim olmak sizin vazifenizdir. Artık sesim, sesinizle yankılanacak, dilim dilinizle konuşacak.

— Yorulduğunda bırakanlar zafere ulaşamazlar. Yani biz, bu dünyaya yorulmak için geldik. Yorulup da bırakanlar hiçbir zaman hedeflerine ulaşamaz.

Bir hanım kardeşimiz yine mektubunda demiş ki: “Biz ümmetin baharı için tüm baharlardan vazgeçtik. Hayatımızın baharından, gençliğimizin baharından, ailemizden vesaire… Ve Rabbani olmak, Rab’den başka kimsemizin olmadığını anlamak ve sonra yalnızca ona dayanıp sağa sola bakmadan koşmaktır. Artık sonu nereye varırsa…” Ahirette Allah’a varan yol, dünyada ister zindana ister mezara götürsün ehemmiyeti yok. Ailesinden, okulundan, işinden, eşinden, kendinden vazgeçemeyenler bizi bu hale getirdiler. Rabbi için yok olamayanlar bizi yok ettiler. Rabbi için yok olanlar ile var olacağız. Yok oldukça var olacağız Allah’ın izniyle…

Evet, sonra yine demiş ki: “İnsan Rabbini unutmuş, yollarda kaybolmuş. Elinden tutup Allah’a ulaştırmamız lazım. O elinizi ısırsa da, kesse de, başımızı yaksa da… Çünkü ne insan Rabbini kaybetmeyi hak etti, ne de Rabbim halifem dediği insanın kendisinden yüz çevirmesini hak etti.” İnsanın elinden tutmak, her şeye rağmen yanında yer almak, sıkıntılarına katlanmak, İslam’ı anlatmaya devam etmek icap eder. Bir hadiste şöyle buyruluyor: “Öyle bir zaman gelecek ki insanlar, yanında İslam’ı anlatan birisinin olmasındansa, af edersin bir eşeğin pisliğinin olmasını tercih edecekler” Demek ki, İslam davetçilerinden bu kadar nefret edecekler. Öyle zamanlar da olacak ama yine de anlatmaya devam etmek ve onların sözlerine sabretmek gerekir. Mademki bunlar Allah için, o halde sabretmeye değer. Belki de insanlar da anlayacaktır, anlayanlar da mutlaka olacaktır.

Antep’ten bir erkek kardeşimiz benim için bir şiir yazmış:

Duruşun zalime korku, mazluma umuttur,

Sizi zindana atanların adaleti de, vicdanı da yoktur.

Bizi ayakta tutan, Allah’tan bir umuttur,

Sen zindanlar arslanı, açtığın yolda dönmek yoktur.

Baya kabiliyetli bir arkadaşmış… İçimizde böyle kabiliyetli insanlar var ve ben, bu arkadaşların kabiliyetlerini daha da geliştirmelerini istiyorum. Gerek güzel mektup yazanlar, gerek böyle şiir yazanlar kendilerini geliştirsinler istiyorum. Evet sadece öğüt vermekle olmuyor, çile çekmek lazım.

Adalete hâkim olmuşlar. Ben de diyorum ki: “Adaleti hâkim kılan adil, adalete hâkim olan zalimdir” Şu anda adalete hâkim olmuş vaziyetteler. Adalete hâkim olmak, haksızlık yapmak demektir. Kanunlara ve vicdanlara göre davranmayıp talimata göre davranın demektir. Bu ise insanlara zulmetmektir.  Ve zulümle hiç kimse iktidarını sürdüremez.

Kozan’dan bir hanım kardeşimiz, bize isnat edilen bu suç örgütü iftirası ile ilgili diyor ki: “Birçok suça karışacak, vatana millete zarar verecek işlerden binlerce insanın uzak durmasına vesile oldunuz. Nasıl bir suç örgütü kurduysanız, sizinle tanışan, derslerimize katılanlar suçtan, günahtan uzak temiz bir hayat yaşamaya gayret eden insanlar oluyorlar. Böyle örgüte can kurban!”  Evet yani onlar da bizim örgüt olmadığımızı daha doğrusu suç örgütü olmadığımızı biliyorlar. Terörle de bir alakamızın olmadığını biliyorlar. Fakat susturmaları gerekiyordu. Susturmak istediler, böyle susturdular.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here