Âlemlerin Rabbi, kendisine dayanan kullarına vekil ve yardımcı olarak yeten Rabbimize hamd, her konuda olduğu gibi Yahudiler ve tüm Hak düşmanları ile mücadelesinde de bizlere üstün örnek teşkil eden Efendimize salât ve selam olsun.
Kıymetli kardeşlerim! Kudüs’ten gelen sıcak haberlerle sarsılan bir gündem yaşıyoruz. Kudüs yaramız hem çok eskilere dayanıyor hem de maalesef sürekli açık kalarak kanamaya devam ediyor. Ortadoğu’nun bağrında etrafına zehir saçan bir çıban gibi duran İsrail’in sabıkasına her geçen gün yeni bir suç daha ekleniyor.
Dünya tarihinin en kanlı entrikalar kuran milleti: Yahudiler! Kurulduğu günden bugüne bitmek bilmeyen zulüm ve işgallerle dolu bir tarihe sahip olan İsrail’in geçmişine baktığımızda bu tespitte ne kadar haklı olduğumuzu görmek mümkün.
Yahudi milletinin Arz-ı Mev’ud (va’d edilmiş topraklar) olarak isimlendirmek suretiyle ele geçirmek için hırsla yaptıkları çalışmalar ve zulümler sonucunda oldukça mesafe katettiklerini görüyoruz. Bundan 70 yıl önce sıfırdan başlayan ama son derece büyük bir hırsla ve bu uğurda her türlü günahı meşru görerek devam eden kanlı, katliam dolu bir serüvende bugün gelinen noktada Filistin’in neredeyse tamamı işgal altında!
Tarihçilere göre Siyasi Siyonizm’in babası olarak tanınan Theodor Herzl 1896’da ilk defa bir Yahudi devletinin gerekliliğinden bahsettiğinde destekçi bulamamış Yahudiler bile buna ihtiyacı anlayamamış hatta böyle bir girişimin Araplarla kaosa sebep olacağı endişesini dile getirmişlerdi.
O gün çok yandaş bulamasa da bu konuda ısrarlı olan Herzl, gerekli çalışmalara başlamış ve çeşitli makamlarla yapılan görüşmelerde bazı noktalar tespit edilmişti. Bunlardan bazıları; Filistin’in Yahudilere tanrı tarafından vaad edilmiş topraklar olduğu, bu sebeple diğer ülkelerde yaşayan Yahudilerin Filistin’e göçe teşvik edilmesi, bunu başarmak için de mali destek sağlayacak örgütlenmeye ve diğer ülkelerin desteğine ihtiyaç olduğu idi.
Bu konuda önce Almanya sonra İngiltere ile temasa geçen Theodor Herzl, Filistinde bir Yahudi devleti kurmaya kilitlenmiş gibiydi. Hayatında elle tutulur bir mesafe alamasa da 1904’te öldüğünde Yahudi devleti kurma fikrinin temelleri atılmıştı.
Hem Yahudilerin kendilerine ait bir devlete ulaşma arzusu hem de özellikle İngiltere’nin Ortadoğu’nun bağrında Süveyş kanalını kontrol edecek, askeri bir yığınak yapabilecek bir karakol kurma ihtiyacı üzerinden yapılan sömürü planları Herzl’in attığı temelleri yükseltiyordu.
Yapılan bu hesaplar sonucu zamanın İngiltere dışişleri sekreteri, “Doğru ya da yanlış iyi ya da kötü olsun Siyonizm’in kökleri yıllanmış geleneklere, bugünün ihtiyaçlarına ve geleceğe dair ümitlere dayanır; ki bunlar şu anda antik topraklarda yaşayan 700.000 Arap’ın heves ve ön yargılarından daha derin bir öneme sahiptir” açıklamasını yaptı.
İngiltere bu açıklamada, Filistin’de Yahudiler için ‘milli bir yuva’ kurulduğunu ama bunun ‘yerli halkın varlığını tehdit etmeyeceğini (!)’ bildirdi. Sonraları Filistin’den toprak satın almak için kurulan ‘Milli Yahudi Fonu’ özellikle Amerikalı Siyonistlerin desteği ile gelişti. Filistin’de oluşan İngiliz manda yönetiminin de yardımıyla Filistin’e yerleşen Yahudi sayısı ve Filistinlilere yapılan baskılar günden güne artıyor ve Filistin’in sömürgeleştirilme süreci hızlanıyordu. Yahudi yerleşimcilere ve İngiliz manda yönetimine karşı tepkiler gösteren Filistinliler her geçen gün artan baskıya karşılık artık silahlı ayaklanmalara başlamak zorunda kaldılar. Yahudiler ise İngiliz mandasının da göz yummasıyla 10.000 kişilik Haganah örgütünü kurdu. Bu örgüt İsrail’in kanlı katliam tarihine çok acımasız bir çehre kazandıracaktı.
Bundan sonra Filistinlilerin bütün barışçıl girişimleri yanıtsız kalmaya başlamıştı. Filistin’i sömürgesinde tutmaya ve o bölgedeki petrol payını korumaya çalışan İngiltere, Filistin’de Yahudi varlığının çok artmasına karşı çıkmaya başladığında artık iş işten geçmişti. Haganah örgütünün bombalı, silahlı eylemleri almış başını gidiyor, birçok köy ve kasaba basılıyor ve acımasızca etnik temizlik yapılıyordu. Bu krizi çözmek için konuyu 1947’de Birleşmiş Milletler’e havale eden İngiltere, bir yıl sonra Filistin’den ayrılacağını açıkladı. Birleşmiş milletler ise bu sorunu çözmek için Filistin’i Araplarla Yahudiler arasında taksim etmeyi ve Kudüs’ün de uluslar arası bir şehir olmasını öngördü. Bunun üzerine yapılan taksimde Müslümanlara ait narenciye ağaçlarının olduğu araziler de içinde olmak üzere bölgenin %56’sının Yahudilere verilme kararı alındı. Hâlbuki bölgede Yahudi nüfusu %31’lerdeydi. Bu şekilde Filistinliler hem topraklarından hem de iktisadi imkânlarından oluyordu. Bu arada Filistinliler ile Yahudiler arasında hem iktisadi hem de askerî olarak çok ciddi güç farkı vardı. Sadece Haganah örgütü bile Filistinli direnişçilerin üç katıydı. İşte bu tarihte (1947 -1948) çok kanlı katliamlar başladı. Köyler, kadın çocuk demeden ateşe verildi. Bir grup Filistinli kamyona doldurularak Kudüs’e getirilip zafer yürüyüşü sırasında işkencelerle öldürüldü. ‘Dir Yasin katliamı’ bu sene yapıldı. Dir Yasin’de savunmasız köylüler, saldırmazlık anlaşmasını imzalamış olmalarına rağmen topluca katledildiler.
BM’nin taksim kararını açıklamasından 6 ay sonra İngiltere’nin de Filistin’i terk ettiği gün 15 Mayıs 1948’de İsrail devletinin kurulduğu resmi olarak ilan edildi. 1949’da Yahudi katliamları sona erdiğinde Kudüs ikiye bölünmüş, Filistin’in %77’si işgal edilmiş (ki bu verimli toprakların %95’i demek oluyor), 340 köy ve 14 şehir yakılmış ve tüm Filistin nüfusunun %70’i vatanlarından sürgüne zorlanmıştı. Bu kanlı sene Müslümanların hafızasına NEKBE (FELAKET) YILI olarak yerleşti. Sonuç itibariyle küçük bir aşiret, etnik temizlik yaparak devlet(!) olmuştu.
Nekbe senesinin ardından Filistin halkının yerine 648.000 Yahudi yerleştirildi. Ülkelerinden sürülen Filistinliler geri dönmek istediklerinde sınırda bekleyen Yahudi askerleri tarafından serbest atışla avlanıyordu. 1948-1956 yılları arasında evine dönmeye çalışan 5000’e yakın Filistinli öldürüldü.
Peki, Yahudi durdu mu? Hayır! Filistinlilerin elinde kalan %23’lük toprak parçasını da alabilmek için işgaline ve zulümlerine devam etti.
Gazze’de Ariel Şaron birlikleri halkın arasına sızıp önüne geleni vuruyordu. O günlerde Han Yunus’ta 275, Refah’ta 111 Filistinli öldürüldü. Bu arada İntifada (direniş) hareketini sürdüren Filistinliler misilleme olarak Yahudilerin arasına sızıyor sivillerin de bulunduğu hedeflere saldırılar düzenliyordu. Bu direnişe karşılık İsrail de kitlesel olarak Filistinlileri öldürüyordu. İsrail’in sivilleri öldürmesine BM tarafından tepki verilmesine karşılık İsrail öldürülenlerin sivil değil, sınırdan kendilerini öldürmek için sızanlar olduğu açıklaması yaptıysa da böyle olmadığının ortaya çıkması üzerine BM, İsrail’i kınadı!!!
Mısır’ın Filistinli direnişçilere destek vermesi üzerine Mısır’a da sıçrayan savaşta, ayrıca Lübnan kamplarında bulunan Filistinlileri örgütlediği iddiasıyla Lübnan’a düzenlenen saldırılarda binlerce Müslüman katledildi. İsrail 1956’da Mısır’a Sina’dan girdi. İngiltere ve Fransa da havadan bombardıman ile destekledi. BM ve ABD’nin baskısı(!) ile geri çekildi. Ama yine saldırganlığı devam etti. 1967’te 6 gün savaşı sırasında Süveyş Kanalı’na kadar olan Mısır topraklarını, Suriye’ye ait Golan tepelerini Mısır idaresindeki Gazze şeridini, Kudüs ve Batı Şeria’yı işgal etti. Yine BM devreye girerek işgal ettiği topraklardan çıkmasını istedi. 1964’te kurulan El-Fetih Hareketi ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) bu direnişe güç kattıysa da Yahudi’nin saldırganlığı, katliamları ve işgali bitmek bilmedi.
Filistinli Müslümanlarda direniş ruhu bitmedi fakat Yahudilerin de hırsları dinmiyordu. İsrail işgal bölgeleri üzerindeki egemenliği kendi hakkı olarak görüyor Filistinli Müslümanlar ise buna karşılık direniyordu. Boykotlar, gösteriler, vergi vermeyi kitlesel olarak reddetme gibi eylemlerle direniş ruhu taze tutuluyordu. Ama buna karşılık Yahudi zulmü de rutin hale geliyor; direniş liderlerinin sınır dışı edilmesi, sokağa çıkma yasakları, eylemlere katılanların evlerinin yıkılması, mahkemesiz yıllarca süren gözaltılar hayatın normalleri arasına giriyordu.
FKÖ’nün Ürdün ve Lübnan’da aktifleşmesi üzerine İsrail’in baskınları Filistin dışına sıçradı ve en kanlısı Beyrut kasabı Ariel Şaron tarafından Sabra ve Şatilla kamplarında gerçekleşti. FKÖ militanlarını barındırdığı için Beyrut’a başlayan bombardıman FKÖ militanlarının gemiye binerek Beyrut’tan ayrılması şartıyla durduruldu ama Şaron bu anlaşmaya güvenmeyerek gemiye binmediklerini iddia etti ve Filistinli sivillerin bulunduğu Sabra ve Şatilla kamplarına girerek 16 Eylül 1982’de sabah saat 6’da, 150 gerilla ile abluka altında olup çıkışların kapatıldığı kampa girerek çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan 3.000 Filistinliyi “gece gündüz çalışarak” katletti.
Daha bu yazımıza sığamayacak kadar çok ve acı katliamlar tarih sayfalarına kaydedildi. Evet, Yahudiler sözüm ona bir devlet kurdu, adı İsrail! Ama bu sözde devletin temelini kanla, zulüm ve işkenceyle; katliamlar, sürgünler, gasp edilen haklar, arşa yükselen feryatlar ve işgal ile attı. Temelinde zulüm ve işgal olan bir devletin yükselmesi, yıkımının kaçınılmaz olması demek değildir de nedir! Yükselmektedir, yükselecektir… Ama daha yüksekten devrilip yerle yeksan olacaktır. Çünkü zulüm ile asla abad olunmaz…
Bu yazımızda Yahudi’nin İsrail’i kurma yolunda geçtiği kanlı yollardan bahsetmek istedik. 70 yıllık bir süreci bir yazıda anlatabilmek elbette mümkün değil ama elimizden geldiğince işgalin kanlı tarihini özetledik. Çok acı, çok haince ve çok kanlı bir süreç sonunda geldiğimiz durum bugün Mescid-i Aksa’nın işgaline kadar dayanmış durumda… Yahudi asla vazgeçmedi! Bu uğurda her türlü haramı, gaspı ve zulmü helal sayarak yoluna devem etti ve bugün sınırlarını zorluyor. Geldiğimiz bu noktada Yüce Rabbimizden YARDIM ve Ümmet-i Muhammed’e UYANIŞ nasip etmesini diliyoruz. Eğer Muhammed Ümmeti uyanırsa yani Yahudi’nin korkulu rüyası ‘Muhammed Ordusu’ canlanırsa KUDÜS BİR KEZ DAHA BİZİM OLACAKTIR. Bunca yıldır yapılan tüm zulümlerin hesabı sorulacak, işgal edilen topraklarımız geri alınacaktır. Yıkılan evlerinin enkazında ‘Ey zu’ntikam olan Rabbim sana havale ediyorum’ diyen anaların yakarışı karşılık bulacaktır. Yahudi o zaman Yüce Adaletin alacağı şiddetli intikamdan kaçacak delik arayacak ama şu koskoca yeryüzünde girecek bir delik bile bulamayacaktır.
O günlere en kısa zamanda ulaşmak dileğiyle Allah’a emanet olun…