Âlemlerin Rabbi, kendisinden başka yaratıcı ve kanun koyucu olmayan Yüce Rabbimize hamd; O’nun sevgili peygamberi, Tevhid davasının önderi Efendimiz Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e salat ve selam olsun. Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi geçmişten bugüne Tevhid davasını omuzlama gayretinde olan tüm Müslümanların üzerine olsun.

Kıymetli okurlar; Bu yazımızda sizlere aslında Kur’an ve Sünnetin özü mesabesinde olan teslimiyet- kurtuluş arasındaki bağlantı ve dünya- ahiret kazancının yol haritasından bahsetmek istiyorum.

Alparslan Kuytul Hocaefendi geçtiğimiz ay cezaevinden avukatı aracılığıyla göndermiş olduğu kısa bir mesajda bu yol haritasını 4 terimde özetlemişti. Ancak Tevhid davasını çok iyi anlamış olan birinin yapabileceği bu ‘özetleme’ ya da ‘kazanımları sıralama’ kanaatimce İslam tarihine de geçecek önemli bir tespit olmuştur. Alparslan Kuytul Hocaefendi daha sonra kamuoyuna yazmış olduğu o çok kıymetli mektubunda da bu konuya temas etmiş ve “Ölene kadar TEVHİD, ADALET, HÜRRİYET VE MEDENİYET demeye devam edeceğim” demiştir. Öyle tahmin ediyorum ki bu 4 terim, bizler ve bizden sonraki nesiller tarafından çok konuşulacak, kitaplara konu edilecek ve hakkında uzun izahlar yapılmak suretiyle nesillere anlatılacaktır. Bu terimler hakkında; “Tevhid, Adalet, Hürriyet ve Medeniyet şeklinde ifade ettiğimiz bu 4 terim, İslam dininin neden gönderildiğinin, ne vaad ettiğinin, nereye ulaştırmak istediğinin kısa özeti ve yol haritasıdır” demek de mümkündür. Allah Hocamızdan razı olsun. Allah Azze ve Celle bu kapsamlı ve muhteşem tespiti ona; zindanın çilesine boyun eğmeyip ümmetin içinde bulunduğu sıkıntılara kafa yormaya devam etmesi sebebiyle nasip eyledi. Ve o bu vesile ile zindanın (yalnızlık ve imkânsızlıklar içindeki) karanlığına rağmen bizlere bir kez daha ışık tutmuş oldu.

Burada elimizden geldiğince bu 4 terim hakkındaki ilk izahatı yapmaya çalışalım ve bu 4 terimarasındaki muhteşem bağlantıları kısaca kuralım. Bu kısa, asıl itibariyle basit fakat mükemmel bağlantı; bilgilerinizi bu yol haritasına göre şekillendirmeniz ve tefekkürünüz neticesinde sizlerin zihninde de her geçen gün daha da gelişecektir.

TEVHİD

Yeryüzünün en haklı, en eski, en güçlü davasıdır Tevhid davası… Çünkü hakkı hak sahibine vermeyi önceler. Allah’tan başka ilah yoktur. Yani; yaratan, yaşatan O’dur ve hayatımıza hüküm koyacak yegâne otorite de O olmalıdır. “Yaratmak da hükmetmek de ancak Allah’a aittir” ayeti hükmetme hakkının yaratana ait olduğunu vurgulayarak, yaratan O’ysa elbette yarattıkları hakkında hüküm koyma yetkisi de ona ait olacaktır, mantığını vurgulamaktadır. Kâinatı yaratan, insanları ve tüm mahlûkatı yaratıp ilmiyle kuşatan Allah, doğal olarak yarattıkları hakkındaki en derin bilgiye sahip olandır. O halde mutluluk ve kurtuluşun nasıl mümkün olacağını da elbette en iyi O bilmektedir. Ayrıca yeryüzüne imtihan için gönderdiği insana hüküm koyması yani yol göstermesi ve başıboş bırakmaması ona rahmetiyle muamele ettiğini gösterir. Allah kulunu yaratmış ve zorlukların, tehlikelerin, karanlıkların içinde yalnızlığa terk etmemiştir.

İnsanın dünyaya gönderilmesi ve imtihanı; karanlık bir vadiden geçmesi gereken kişinin duruma benzer. Asıl itibariyle zifiri karanlık bir vadidir fakat isteyenlerin eline önünü görmesi, düşmemesi, doğru adımlar atabilmesi için hem projektör hem de pusula verilmektedir. Bu projektörlerden birini eline alan ve pusulaya bakan hem kendi yolunu hem de başkalarının yolunu bulma ve aydınlatma imkânına sahip olur. Yani insan Allah tarafından dünyada bir imtihana tabi tutulmuş fakat zorlu imtihanında yalnız ve yardımsız bırakılmamıştır.

İnsanın imtihanda olması sebebiyle deneme yanılma yöntemleri ile doğruya ulaşabilecek vakti yoktur. Hayatı bir kere yaşayacaktır ve yol bilmez, iş bilmez olmamalıdır. İşte burada Rabbimizin sonsuz merhameti devreye girer Peygamberleri ve göndermiş olduğu kitapları vesilesi ile doğru yaşamanın yöntemlerini bildirir. Aksi halde insanın kısa hayatında her konuda doğru sonuçlara ulaşabilmesi mümkün olmayacaktır. Çünkü ilmi ve ufku kendi gördüğü kadarla sınırlıdır. “Yolu doğrultmak Allah’a aittir, kimi (yollar) ise eğridir…”1 ayeti de buna işaret etmektedir.

Hükmetmek Rabbimizin sadece hakkı değil ayrıca merhametinin sonucudur. Allah, yol göstermeyebilir insanı karanlıklara terk edebilirdi. Ama O kulunu asla yalnız ve yardımsız bırakmamıştır. “Allah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır; inkâr edenlerin velileri ise tağut’tur. Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar…”2

İşte Tarih boyunca devam eden Tevhid davası bu yüce merhametin eseri olarak insanlara sunuldu.

Allah’a kulluk edin, hayatınızda sadece O’nun dediği olsun, O’dur sizi yaratan ve en iyi bilen, kendinizi bu sonsuz ilme ve merhamete teslim edin. Bırakın hayatınıza O yön versin. Bırakın yollarınızı aydınlatsın, gözünüzü açsın! Bırakın sizi dünyada da ahirette de kurtarsın!

O halde insandan istenen; yön, yol bulması değil, nefsi arzularına, zafiyetlerine yenilmeden kendisine tayin edilen kurtuluş reçetesine teslim olması, ‘Allah birdir ve O’ndan başka ilah, otorite yoktur’ demesidir.

ADALET

İlmi sonsuz olanın istediği doğrultuda bir dünyada kimseye zerre kadar haksızlık edilmez. En başta hükmetme hakkının sahibine yani Rabbimize verilmesi ile başlayan “hakkı hak sahibine verme” her konuda tecelli etmeye başlar. Yaratan olması sebebiyle mahlukatının hepsinin hakkının ne olduğu konusunda en isabetli hükmü verecek olan da yine O’dur.

İnsanın bir başka insana ya da mahlûka karşı hakları, sınırları nelerdir? Yani annesinin, babasının, eşinin, kardeşinin, çocuğunun, komşusunun, arkadaşının kişi üzerindeki hakları nelerdir? Bu hakların ölçüsü nedir? Bu haklara tecavüz eden bir insanın dünyada iken hak ettiği en adil ceza nedir? İşte Tevhid hâkim olduğunda yani insan hayatına hükmedecek olanı tek Allah olarak kabul edip ona teslim olduğunda bunun gibi hassas meseleleri tayin edecek olan Allah olmaktadır. Allah Azze ve Celle de göndermiş olduğu kitabıyla zerre kadar haksızlığa mahal bırakmayacak şekilde ölçüler koymuştur.

Her alanda en doğrunun yerleşmesi, iyilik yapanın da kötülük yapanın da hakkının tam olarak verilmesi hatta merhamete, affetmeye davet edilmek suretiyle hayatın kolaylaştırılması, bazı hataların bu dünyada affedilmesine teşvik edilmesi ile hem insanlara merhametin öğretilmesi hem de iyiliğin yerleştirilmesi… Bu kadar ince bir nizam mümkün müdür? Sadece adaletin değil merhametin de hâkim olduğu bir kanunlar manzumesi mümkün müdür gerçekten? Allah Azze ve Celle bunu mümkün kılmıştır ve insana insanca bir hayat sunmuş; kanunları ile adaleti, dünya ve ahirete yönelik birtakım vaatler sunmak suretiyle de kullarına merhameti ve gerçek kazancı öğretmiştir. Allah insana hakkı hak sahibine vermekten de öte icabında belki kendi hakkından bile vazgeçmeyi başarabilecek bir ulviyet kazandırmıştır.

Böyle bir nizamda adalet elbette tecelli eder. Adalet yürekleri ferahlatan bir etkiye sahiptir. Çalıştığında kazanan, hata yaptığında hak ettiğinden daha fazla cezaya çarptırılmayan hatta yeri geldiğinde affedilen insanın kalbi ferahlar. “Şeriatın kestiği parmak acımaz” sözünün sebebi de işte budur. İnsan bir cezaya uğrasa bile ona müstahak olduğunu bilmektedir ve hatasının sebebiyle düştüğü durumdan dünyada ve ahirette temizlenebilmesinin yoluna teslim olmak onu rahatlatır. Her alanda kimsenin hakkı kimsede zulmen kalmaz ama icabında gönül rızası ile cennet karşılığında haklar birbirine verilir. İşte o zaman gerçek bir adalet hâkim olur. Adaletin hâkim olduğu memleketlerde insanlar rahattır, üzerinde haksızlık yapmanın veya haksızlığa uğramanın yükü yoktur. Gönüller rahattır, çünkü her şey olması gereken yerdedir. Adalet her şeyin olması gereken yerde olmasının diğer bir adıdır.

HÜRRİYET

İnsan hata yaptığı zaman ceza alacağından korkmalı ve bu korku vesilesi ile başkalarının haklarına saygılı olmalıdır ancak doğruları yapmak istediğinde ya da doğrunun yanında yer almak istediğinde, Allah’tan başkasından korkmamalıdır. Yani inancının, merhametinin, vicdanının sesini dinlemek istediğinde onu bundan vazgeçirecek bir baskıdan özgür olmalıdır.

Adaletin tecelli etmediği toplumlarda insanlar gerek kendi hakkına gerek başkalarının hakkına sahip çıkmaktan korkar hale gelirler. Çünkü hakkı verilmeyenlerin hakkını istemek, o hakkı vermeyen güçlülerle karşı karşıya gelmek demektir. Böylesi durumlarda hakkına veya başkalarının haklarına sahip çıkmak en zor işlerden birine dönüşür. Normalde vicdan sahibi her insanın yapabileceğini, artık ancak hem vicdanlı hem cesur hem de bedel ödemeyi göze alabilenler yapabilir hale gelir. Haklının yanında durmak artık bir yürek işidir. Kişi baskılara dayanabilecekse, başına geleceklere sabredebilecekse hakkı savunmalıdır. Çünkü savunduğu hak güçlülerin vermek istemediği şeydir. Böylesi toplumlarda hakkı-adaleti savunmak, gücü elinde bulundurarak kendi menfaatlerine göre toplumu şekillendirmeye çalışanlarla karşı karşıya gelmeyi gerektirir.

Bu toplumda insan özgür olamaz. Özgür düşünemez, özgür inanamaz, özgür yaşayamaz. Daima birtakım güçlerin baskısı altında kalır ve kendi iradesini kullanamaz, doğru bildiğini konuşamaz, yaşayamaz, haklının yanında duramaz. Ama bir toplumda menfaat değil hak hesabı yapılıyorsa, kişinin birtakım yetkililerin zararına bile olsa haklının yanında durması ceza değil de ödül getiriyorsa, işte o zaman insan özgür bir şekilde inancının sesini dinleyebilecek, vicdanı ile doğruları arasında sıkışıp kalmayacak kısacası özgürleşecektir. Adil yani gücün değil de hakkın üstün olduğu toplumlar insanı düşünme, inanma, konuşma ve yaşama gibi temel ihtiyacı olan konularda baskıdan kurtarır. Attığı adımların adil sonuçları olacağını bilmek insanı, iradesini kullanma konusunda özgürleştirir. Böylelikle insanın iradesi de gelişir ve doğruları karşısında arzularının baskısına boyun eğmekten bile özgürleşebilir. İşte gerçek hürriyet de budur.

MEDENİYET

Allah’ın kulları için seçtiği nizam (TEVHİD) doğrultusunda adaletin gerçekleşmesi sebebiyle; kalplerin ferahladığı, çalışanın kazancının eline teslim edildiği, zulmedenin yine adil bir şekilde yargılanması suretiyle kötülüklerin bertaraf edildiği bir toplum meydana gelir. Allah’tan başkasından korkmadan, kulların menfaat savaşları altında ezilmeden, baskıyla taraf tutmaya zorlanmayıp, hakkın ve haklının yanında durabilecek özgürlüğe kavuşan insanların önündeki yol artık medeniyetin zirvesine doğru giden yoldur. Böylesi toplumlar, insanın şahsiyetini ezmez, geliştirir; Kur’an ve sünnet ışığında bilinçli olduğu için kendinden emin, çalıştığında hak ettiğini kazanacağına güvenle gayretli ve başarılı, attığı adımlarda ürkek değil cesur, adaletin ferahlığına ulaşmış, merhametin yüceliğini görmüş hatta kardeşlik ve fedakârlığın lezzetine ermiş insanlar meydana getirir. Güçlünün zayıfı ezmediği, gücün değil adaletin hâkim olduğu toplumların insana katacağı değer bambaşkadır. Böylesi insanlardan oluşan bir toplum hayal değildir ve örnekleri Allah Rasulü’nün ashabında hatta yakın tarihte Osmanlı döneminde bile görülmüştür.

İşte sizlere kısaca izah etmeye çalıştığımız Tevhidden Medeniyete Yolculuk! Rabbim nail olabilmeyi nasip eylesin.

1. Nahl, 9

2. Bakara, 257

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here