Muhterem Alparslan Kuytul Hocaefendi, “Cumhurbaşkanı’nın; ‘Türedi tipler sünneti ciddi bir manada tartışır hale geldiler. Bu tartışmalar bizler için ciddi manada üzüntü sebebidir. Bu tartışmaları açmak aslında bir neslin ifsadı anlamındadır’ açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusuna verdiği cevapta önemli analizlerde bulundu.
BU AÇIKLAMAYI MEMNUNİYETLE KARŞILADIM
Cumhurbaşkanı’nın bu açıklamasını gayet memnuniyetle karşıladım. Evet, sünneti inkâr edenler, bir nesli ifsat ediyorlar. Sadece nesli değil, aynı zamanda dini de ifsat ediyorlar. Peygamberimizi, sadece Kur’an’ı Allah’tan alıp bize veren bir postacı durumuna düşürmek ve nihayetinde Peygambersiz bir din meydana getirmek istiyorlar. Hâlbuki Peygamberin yalnız tebliğ değil, aynı zamanda “tebyin” yani Kur’an’ı açıklama ve teşri’ (kanun koyma) vazifesi var. Bunu iptal etmek istiyorlar. Peygamberimizi kanun koymayan yani sadece Kur’an’da olanları söyleyip yeni bir şey söylemeyen, helal ve haram tayin etme yetkisine sahip olmayan biri gibi göstermek istiyorlar. Hâlbuki Kur’an-ı Kerîm “Peygamber size neyi verirse onu alın ve sizi neden sakındırırsa ondan sakının”1 buyurur. Yani Peygamberin farz ve haram kılma, mekruh, mendup ya da mubah kılma yetkisi vardır. Kur’an’ı Kerim : “Peygamber, onlara temiz şeyleri helal ve pis şeyleri de haram kılar”2 buyurarak helal ve haram kılma yetkisini açıkça ifade eder. Ama bu sünnet düşmanları “Peygambere yalnız Kur’an’da olan meselelerde itaat ederiz” diyorlar. Hâlbuki o zaman Kur’an’a itaat etmiş olup Peygambere itaat etmiş olmuyorlar. Peygamberimize itaat, Kur’an’da olmayan meseleler için de geçerlidir. Peygamberimiz: “Bana Kur’an ve onun bir misli daha verildi”3 buyuruyor. O’na yalnız Kur’an’ın verilmediğini, Peygamber’e kitabın, hikmetin, mizanın ve nurun verildiğini Kur’an da ifade eder. Buna rağmen sünnet düşmanları, sünneti iptal etmek istiyorlar.
Cumhurbaşkanı’nın bu konuya temas etmesinden memnuniyet duydum. Ancak şunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Maalesef hükümetin televizyonlarında, bu sünnet düşmanları boy gösteriyorlar. Cumhurbaşkanı’nın bu hususa müdahale etmesi gerekir. Kur’an dışında bir şey kabul etmeyen bu sünnet düşmanları Kur’an’da olmayan hükümleri getiren ahkâm hadislerini kabul etmek istemiyorlar.
FAZLURRAHMAN’I TÜRKİYE’YE SİZ TAŞIDINIZ
Şimdi Cumhurbaşkanı bu sünnet düşmanlarından ve bu haddini bilmezlerden rahatsızsa, ben kendisine şunu hatırlatmak istiyorum;
Kendisi 1997 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken sünnet inkarcılığının Türkiye’de yayılmasına sebep olan Fazlurrahman’ın görüşlerinin anlatıldığı bir sempozyum yaptırdı. “İslam ve Modernizm” adlı kitap sempozyumdaki konuşmalardan derlenmiştir. Fazlurrahman sanki büyük bir adammış gibi dünyanın her tarafından konuşmacılar çağırılıyor. O’nun görüşleriyle ilgili sunumlar yapılıyor ve bunlar kitaplaştırılıyor. Kitabın önsözünü de Tayyip Erdoğan yazıyor. Fazlurrahman’ın görüşlerini yaymak için yapılan bu sempozyumun masrafını İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bütçesinden karşıladılar. Cumhurbaşkanı şimdi sünneti inkâr edenlerden rahatsız ama 20 sene evvel Fazlurrahman Sempozyumunu kendi yaptırmıştı. O yüzden diyorum ki; Fazlurrahman’ı Türkiye’ye siz taşıdınız. Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı yaptınız ve hâlâ yapıyorsunuz; siz ne zaman İmam-ı Azam, Bediuzzaman ve Hasan El-Benna ile ilgili sempozyum yaptırdınız?
Ben kendisine diyorum ki bu sünneti inkâr edenlerin Türkiye’de yayılmasına bilmeden yardımcı oldunuz. Bu fikirler daha evvel de vardı biliyorum ama hemen hemen tükenmişti. Türkiye’de bu sapma 1970’li yıllarda başlatıldı. 1990’lara gelindiğinde bu fikirler yavaş yavaş söndü. 1997’de şimdiki Cumhurbaşkanı Fazlurrahman’ı yeniden gündeme getirdi, bu büyük bir hataydı.
BUNLAR CUMHURBAŞKANI’NIN BOYNUNUN BORCUDUR
Eğer Cumhurbaşkanı bu hadislere ihtiyacımız var diyorsa, Peygamber’in Kur’an’ı beyan etme vazifesi olduğunu biliyorsa, sünnetin inkârından rahatsız ise, yirmi sene evvel bu sempozyumu yaptırdığı için öncelikle tevbe etmeli, bir de saydığım şu dört şeyi yapmalıdır;
1) Sünnet düşmanlarının AKP’nin televizyonlarında konuşturulmasına müsaade etmemelidir. Çıkıyorlar ve alenen sünneti inkâr ediyorlar. Bunlara cevap verilmesi için ekranlara sünneti savunan hocalar çıkarılmalıdır.
2) İlahiyat fakültelerinde ve İmam Hatiplerde bu fikirler aşılanıyor. İmam Hatiplere ve İlahiyatlara çeki düzen verilmeli, bu gibi hocaların talebeleri zehirlemelerine müsaade edilmemelidir.
3) Bu adamlar şu anda devletin değişik kademelerinde yerleştiriliyor. Cumhurbaşkanının bundan haberi olmayabilir. Derin devlet cemaatlere mensup olanları oralardan alıp bu adamları yerleştiriyor. Çünkü bunlar cemaat düşmanı ve laikliği savunuyorlar. Cumhurbaşkanı eğer bu adamlardan rahatsız ise bu meseleyi halletmelidir.
4) Bu sempozyuma misilleme olarak bugün yeni bir sempozyum düzenletmelidir. Bu konuyu bilen, sünneti savunacak insanları çağırmalı, “sünneti müdafaa” sempozyumu yaptırmalıdır. Modern İslam anlayışı için sempozyum düzenleme günahına belki kefaret olmuş olur. O, bu günahla ölmemelidir.
SÜNNET İNKÂRININ ARKASINDAKİ GERÇEK
Şunu da söylemek istiyorum; Cumhurbaşkanı şunu da çok iyi bilsin ki; bu sünnet düşmanları laikliği savunmaktadırlar. Sünnet inkârcıları laiktirler. Zaten sünnet inkârının temelinde laikliği yerleştirme planı vardır. Şöyle; Laik devlet ile İslam, diyelim ki bin meselede karşı karşıyadır. Bu bin meselenin sekiz yüzü sünnet ile sabittir. Sünnet inkârcıları o sekiz yüz meseleden kurtulmak için sünneti inkâr ediyorlar. Böylece laik devletin İslam ile çatıştığı meseleleri azaltıyorlar. Bin iken iki yüze indirmiş oluyorlar. Hedefleri budur. Sonra o iki yüz meselede de laik devletle uzlaşmayı temin etmek için o ayetleri te’vil ediyorlar. Zaten sünneti inkâr ettikleri için ayetleri kafalarına göre yorumlayabileceklerdir. “Tarihselcilik” diyerek kafalarına göre yorumluyorlar. “O zaman öyleydi ama bugün böyle de olabilir” diyor ve hükümleri değiştiriyorlar. Böylece Laik devlet ile İslam’ın hiçbir meselede karşı karşıya gelmemesini sağlamaya çalışıyorlar. Böylece laik devletin temellerini sağlamlaştırıyorlar. Laik devlete karşı İslami bir hareketin oluşmasını engelliyorlar. Cumhurbaşkanı onlardan değilse, Fazlurrahman’ın da ne olduğunu bilmeden bu sempozyumu düzenlettiyse, sünnet inkârcılığını kabul etmiyorsa o zaman laikliği de kabul etmemelidir. Cumhurbaşkanı laikliği gerçekten savunuyorsa sünnet inkârcılarından rahatsız olmamalıdır. Sünnet inkârcılarından rahatsız ise o zaman laikliği tavsiye etmemelidir. Aksi halde kendisi ile çelişkiye düşmüş olur. O, mevzuyu tam bilmediği için çelişkisini de göremiyor. Uzmanları çağırıp sorsun onlar söylediklerimi kendisine anlatacaklardır. Bu saydığım dört meseleyi Cumhurbaşkanı görevi bitmeden yapmalıdır. Bu, onun boynunun borcudur.